Cuma, Aralık 26, 2008

taş plak gecesi

mekan salomanje... perşembe geceleri özel davetlilere taş plak gecesi konsepti.. pop popuz, populistmiyiz neyiz biz..:) kızkızayız... kocalar, çocuklar yok.. konuları da olmayacak... başka konular konuşacağımıza söz veriyoruz yol boyunca.... erken gittiğimiz için sakin önceleri... ana yemeğe kadar neredeyse rahat rahat sohbet edecek kadar düşük müzik sesi.. derken birden üçerli, beşerli gruplar.. ses yükseliyor.. anlamazdın, ah bir varmış bir yokmuş, delisin... coştukca coşuyor ortam.. masamızı da alıyorlar bir müddet sonra... herkes ayakda.. hep 70ler, 80ler.. genel katılıma bakıyorum.. 50 lerinde janti beyler, can gürzapvari... flörtöz tipler...hıncal abim bile var mekanda.. yanlarında hep maksimum 30larında bayanlar...şen şakrak... zaten mekanda engençler 30ların başında... ıssız mı bunlar.. valla pek keyifleri yerinde... biz mi?
biz çok komiğiz tabi.. 4ü de evli, 4ü de çocuklu, hatta birisi daha bezelye kıvamında bir bebiş daha taşıyor içinde... ama çaktırmıyoruz evli ve çocuklu olduğumuzu.. konsept bu..:)
derken konsept biraz başımıza iş açmaya başlıyor... içki ve müziğin etkisiyle herkesde bir muhabbet hali... tırsıyoruz tabi biz.. tadı damağımızda kalarak ayrılıyoruz mekandan.. belli ki gecenin ilerleyen saatleri herkes kolkola girecek burada..:) neme lazım, çoluklu çocuklu kebaplı, balıklı geceler nemize yetmez felan diye avutuyoruz kendimizi.. ya da kociskoları da alıp en kısa zamanda bir daha tekrarlayalım olmazsa...

ya da belki de bir ev partisi ... evet evet, ev partisi süper fikir!!

parti için en güzel albümler de bunlar ve bende de var zaten... ne duruyoruz?..:)

Perşembe, Aralık 25, 2008

güle güle 2008

şöyle bir baktım... her yılın sonunda blogumda bir yıl değerlendirmesi yapmışım.. iyi de olmuş.. koca yıl yaşananları bir nefesde hatırlatmak kendine , faydalı yani..

2008e ne diyeyim...

ilk anda aklıma gelenleri aynen geldiği gibi yazıyorum..

babamın kalp rahatsızlığıyla tanıştık bu yıl, korktuk çok, sürecin çok hızlı işlemesi ihtimali, yani by-pass vs. gibi ameliyatlar, dinlenme süreleri, o arada yaşanacak sıkıntıları düşünmenin verdiği sıkıntılar ilk anda aklıma geliyor... ama ne oldu, sigarayı bırakırsa by-passını 5-6 yıl öteleyebileceği müjdesi verildi ve dünyalar tatlısı babam 7 aydır bir nefes bile sigara içmiyor! süper! kötünün iyisi bir yıl diyebilirim bu nedenle sağlık anlamında...

terör nedense ilk aklıma gelenlerden biri oldu... o kadar çok ağlayan anne, baba, eş, çocuk gördük ki bu sene, 2008e damgasını vurması da kuşkusuz normal bu durumda...

Eren yeni bir okula başladı 2008de, bu seneyle birlikte eğitim sistemini sorgulama sürecim de başladı, hayırlı olsun..:) ara ara bazı anlarını paylaşıyorum okulun, ama herşeyini beğeniyorum, ya da süper şahane memnuniyet içindeyim diyemem.. okuldan bahsetmiyorum aslında, eğitim ve öğretim sürecinin bizzatihi kendisinden....

yine bol gezmeli bir yıl oldu benim için... Çin, Hongkong, mardin, urfa, antep, diyarbakır, amsterdam, brugge, brüksel... gezmeyi seviyoruz, hem de ikimiz de seviyoruz , aynı frekansda olmak büyük şans... o kadar çok konuşacak konu içinde 2 dakika sessizlik olsa gelecekdeki gezi programlarımızı konuşurken buluyoruz kendimizi.. valla süper bişi, maşallah diyin..:)

sonracıma , 2008de son kız kardeşimiz de İstanbul 'a taşındı.. olduk mu 4 kız... evcilik oynuyoruz.... sen bize,biz onlara... annem babam mı... hemen hemen her ay burdalar... 2008 sanırım bir kırılma yılı bu anlamda... babam hem sağlık, hem de hepimiz buraya taşındık diye,artık çok az çalışıyor ve bize çok daha fazla zaman ayırıyor.. esnaf çocukları bilir bu duyguyu, esnafın gecesi gündüzü, tatili bayramı yoktur.. şimdi durumlar öyle değil işte..daha ne isteriz...

bir de kriz, 2008e damgasını vuran, aslında ilk sıralardaydı, ama o kadar bayıldım ki bu konudan, beynimin derinlerine itiyorum..

2009 için bir liste yapıyım dedim, kesin yapacaklarım, isteklerim vs. diye.. Allah sizi inandırsın, sadece sağlık ve huzur istiyorum... uzun bir listem yok, listem bile yok.. ailemin, eşimin dostumun mutluluğu, keyfi, sağlığı, sıhhati...daha ne isteyeceksin yahu? da diyebilirsiniz.. haklısınız....

Salı, Aralık 23, 2008

bu aralar...çoklarrr....

hala krizle uğraşıyoruz, 4-5 ay dayanabildik, haftaya 12gün ücretsiz izine çıkarıyoruz arkadaşları...:( çok üzücü....

bu cumartesi akşamı ve yılbaşı akşamına hazırlanıyorum... biri arkadaşlarımızla ön yeni yıl kutlaması, biri de 31 aralık akşamı... ikisi de bizim evde... bir parti ruhu geldi eve... çok hoş...

sitenin içi , giriş kapısı, bütün balkonlar , salon camlarının önü şıkır şıkır.. heryer süslendi... tabi bizim balkonda... çıkıp çıkıp birkaç süs daha alıyorum...ev ufak çaplı bir gazinoya döndü..:) çok kokoşşş..

yemekteyiz programını gıcık ola ola seyrediyorum...en süper yorumlar bu hafta radikal iki ve radikal cumartesindeydi.. "kalamarı denizde bile halka halka gezen canlı sanan misafirler" cümlesini düşündükce gülüyorum..:))))))) çok matrakkk.....

yine 4 kardeş ve eşler kura çektik, kalabalık ailede herkese hediye, hem de bu krizde... hayal... aynı kuralardan şirketlerimizde de var.. e bi de bunların üzerine herkesin kurasında çıkan küçükleri de ekledin mi... sen düşün... yarından itibaren hediye alışverişlerine başlyorum... çok zevkli...

yarın annemin ve babamın evlilik yıldönümü...Eskişehirin en şık restaurantlarından birinde onlar adına rezervasyon yaptık, menüyü seçtik, ödemesini yaptık.. onlara da yarın biz size söyleyeceğiz kutlamanızın yerini dedik... heyecanlandılar.. bekliyorlar... çok romantiiik.....

sözde erene alınan psp nin biz de manyağı olduk... eren bunu hissetti.. oynamadığı her anda psp sine ve oyunlarına özel bir çantası var, içine hepsini doldurup odasına kaçıyor, takır tukur sesler geliyor.. giriyoruz , çantayı saklamaya çalışıyor hasbam... yemezler... o uyuyunca alıyoruz... çok eğlenceli.....

Perşembe, Aralık 18, 2008

ne ya bu Biletix rezilliği!!!

hani geçen hafta Ankaradaydık ya, bir gece masa başında ankaragucu- galatasaray maçı muhabbeti döndü, bizim kocalar hemen gazı aldı, stadyumda maçı seyretme kararı aldı, biletixin başına geçti, bu arada bir gün sonra Nazlı çalışacak, biz evdeyiz... o anda biletixe nazlının accountu ile giriverildi, satınalma işlemi 5 dakikada yapıldı... beyler gevşemiş ve mutlu surat ifadeleri ile planlar bile yapmaya başladılar, önce biryerlerde altlık yapacaklar, çıkışda buluşucaz falan filan... derken birinin aklına biletixin biletleri verme konusunda yaptığı mızırtı geldi, nazlı da bütün gün olmadığı için kimliğini, evlenme cüzdanını vs. bıraktı Eraya, ve başımıza neler geldiğini buradan okuyun şimdi....
o sinirle nazlının adına oturup bu şikayeti yazdım....

yani şimdi sizce Biletix tekelleşmiyor mu? tekelleşmenin getirdiği ticari terbiyesizlik ruh haline girmemiş mi?

kim dur diyecek bu adamlara, vakti olan şikayet var ın biletix şikayetlerini bir ara okusun ve bilet alırken lütfen çok ama çok dikkatli olsun, valla bileti aldınız mı aldınız , bi daha başınıza taş düşse geri veremiyorsunuz,

ölseniz bitseniz, biletinizi kimselere aldıramıyorsunuz...bu kadar alt yapıya, teknolojiye rağmen web sayfalarında "bileti kim alacak ve t.c. numarası nedir?" diye soramıyorlar mı yani!!!!

cevabını bekliyoruz arkadaşların, cevaba göre ciddi ciddi konuyu başka platformlara taşımayı düşünüyorum...

Cumartesi, Aralık 13, 2008

ne güzel bir bayramdı!

bayramınızı kutlayamadım giderken... hepinizin geçmiş bayramını kutlarım öncelikle..
adı hep çok hüzünlü gelmiştir bana bu bayramın, söylemeye bile utanırım için için.. ama bayramdır yine de adı, kutluyoruz bi şekilde biz de, ayrık otu olunca da kötü oluyor ...:)



geçen bayram yurtdışındaydık, bay Başbakan bayramın adını tatil yaptılar dedi,fırçaladı halkını, haklı dedik biz de ,bu bayram eskişehir yolllarına düştük, ama durumu en güzel yılmaz özdil özetledi, imamın "yaptığını yap, dediğini değil" durumu ortadaydı.. kendisi ve tüm ahalisi 5-6 gündür rixosdalar...:)

şaka bi yana, yıllardan beri bir bayrama program yaparsak diğerini kesin ailelerimizle geçiriyoruz, bu sene de kuralı bozmadık..

çok huzurlu, keyifli bir bayram geçirdik.. bayramın 1.2. günleri bütün aile büyüklerini ziyaret ettik, çok yaşlılarımız, ağır hastalarımız var ailelerimizde.. hepsini tek tek ziyaret ettik.. hatırlarını sorduk... onlar çok mutlu oldu, biz de huzur dolduk...

Akşamlarımız bizimdi.. AROG'a gitme fırsatı bulduk, çok eğlendik...

Yeni açılan yerlere gittik, Taps açılmıştı, şimdi de Havelka açılmış.. Eskişehirde yaşayan arkadaşlarımızla bu yeni mekanların tadını çıkardık...



3.gün ise sabah kahvaltıdan sonra Ankara'ya doğru yola çıktık, kankalarımız Nazlı ve Eray'lara gittik, Deniz ve Eren'in kavuşma anından ayrılma dakikalarına kadar nasıl uyumla, keyifle zaman geçirdiklerine inanamadık bu sefer.. birbirlerini çok seviyorlar, çok değer veriyorlar.. Onlar doğduğunda aynen de bunu hayal etmiştik, gün geliyor yaşıyoruz hayallerimizi birbir... şimdi de birbirlerinde kalacakları günlerin hayalini kuruyoruz...



Bizim için büyük olay Eren'in anıtkabiri ziyaretiydi..Hep beraber gittik, hava soğukdu, bayramdı, ama Anıtkabir müthiş kalabalıkdı.. çok etkilendik.. Eren her detayı merak etti, sordu, dinledi...



Ankara'nın heryeri AVM olmuş, hepsi de birbirinden büyük, şık.. gündüzleri biraz buralarda takıldık, CEPA, PANORA vs., ama akşamları hep evdeydik, çocuklar hep evde oynayacakları oyunların hayallerini kuruyorlardı çünkü.. bilim faaliyeti de bunlardan biriydi..Eren en son karıncanın kalbini gördüğünü iddia etti mikroskopda..:)

bu arada tabi biz de her akşam keyifli sohbet masalarının başındaydık....

şimdi evimizdeyiz.. gezmek çok güzel, sevdiklerinle buluşmak çok güzel... en güzeli de eve geri döndüğünde bir çok güzel anı biriktirmiş olarak bir keyif kahvesi içmek....

umarım herkesin bayramı içine sinmiştir bizim gibi..ve evine kazasız belasız ulaşabilmiştir.. akşam saatlerinde dinlediğim haberlere göre bilanço 120 kişiydi ne yazık ki..:(

Çarşamba, Aralık 03, 2008

veli katılım günü

sıra bendeydi.."veli katılım günü"... veli olarak da bendeniz tabi, düştüm yollara...

düştüm düşmesine ama , oraya varıp 20 cin gibi çocuğun karşısına çıkınca söyleyecek bişeyleriniz olmalı, bir faaliyet yaptırmalısınız, falan filan...

onlara üretimi anlatmaya karar verdim, kaptım bir parçalanmış semaveri, girdim sınıfa... hepsi aynı anda "hoşş geldiniiizzzz" diye bağırınca, ne yalan söyliim ürktüm...
40 çift pırıl pırıl göz, ne anlatacaksın diye bakıyordu suratıma...
neyseki konuya bayıldılar,
kalıpları oyun hamuru kalıplarını hatırlatarak
montajı lego ile yaptıkları oyuncakları hatırlatarak onların hayatıyla ve hayal gücüyle bağladım anlattıklarımı..
çok beğendiler, hatta orada ileride böyle işlerde çalışmak istiyorlarsa mühendis olmaları gerektiğini söyledim, ya da tasarımcı... hepsi parmak kaldırdı...ahh kurbanlıklarım... biz yandık sizi de yakıcaz..:)))

sıra onlara vereceğim hediyelere geldi, ama ben onlara hzırlanmış, paketli hediye vermek yerine, kendi hediyelerini kendileri yapacakları müjde(!)sini verdim.. kırtasiyeden aldığım boncuklar, deri ipler masalara serildi.. herkes kendine kolye, bileklik yapmaya koyuldu..





faaliyetimiz bitince de boncuklarımızla hep beraber bir hatıra fotoğrafı çektirdik...
bu katılım fikrini çok ama çok beğendim.. çocuğunun arkadaşlarıyla geçirdiğin bir saatte onun hakkında o kadar çok şey farkediyorsun ki...evdeki çocukla okuldaki çok farklı gerçekden...


bu kim biliyormusunuz? hani size daha önce bahsettiğim Pırıl hanım var ya, bu da O..."en güzel kız" , Eren'in deyişiyle... toplu fotoğrafda dikkatinizi çekerim, Erenle ikimizin arasında Pırıl var, bunu da eren istedi, anne aramıza gelsin Pırıl dedi... nasıl bir sahne bu ya..:)) gelin hanım kayınvalideye ısındırılıyor... :))))))))))))


Pazar, Kasım 30, 2008

güzel bir pazar günü

önce çok da ciddiye almadık.. bir ben kafamı uzatıyordum balkondan, bir koray...çok güzel bir hava, ama bu mevsimde güvenilmez pek bu havalara.. kaç kere bizi kandırmıştır, yola çıkarıp, heyecanlandırıp, sonra da yarı yolda bırakmıştır..
dedik..
ama ısrarla güzel hava..
kahvaltı bitti, herkes bir köşede gazetelere gömüldü ama
ikimizin de gözü dışarıda, aklında bu güzel havayı kaçırmamak varmış...
ki bir anda giyindik, hazırlandık ve kendimizi bostancı iskelesinde bulduk.. yolculuk Büyükada'ya..:)
en erken vapur yarım saat sonra... olsun, iskelenin orada beltur çok güzel bi cafe açmış... ince belli bardaktan çayla açılışı yaptık...


İstanbul'un pazar karmaşasına inat, adada inanılmaz hoş bir sakinlik var.. sokaklarda üç beş turist, üç beş ada sakini,kiralık bisikletlerle adayı turlayanlar...



faytonların tıkırtıları, içinde ellerinde waffleları, dondurmaları, dizlerinde ince battaniyeleri ile insanlar...
fonda açık tek tük dükkanlardan birinden gelen yunan müziği..


adanın miskin, keyifli, biblo gibi kedileri..

karşımızda istanbul manzarası,içilen buz gibi biralar, çıtır çıtır kalamar, midye...

başbaşalık, sakinlik..

fırsat bulduğunuz ilk anda Büyükadayı mevsimi dışında da ziyaret edin... "insansızlığa duyulan önlenemez ihtiyaç" diyoruz biz buna..:) 12 milyon bir arada yaşayınca az insan bir şeyi yapıyorken kendimizi çok daha iyi hissediyoruz... size de adanın bu daha insansız, daha doğal , daha yalın halini görmek çok iyi gelecektir, eminim....





Perşembe, Kasım 27, 2008

şöyle olsa, böyle olsa.. yla olsa...

bu koşturmacanın içinde, biri bana 6 ay dur dese, dur ve sadece ne yapmak istiyorsan onu yap..
hele ki sabah yataktan kalkmanın bu kadar zor olduğu kış mevsiminde dese bunu,
canım istediği zaman yataktan kalksam,
sakin ve telaşsız kahvaltı etsem,
sonra da şu listeden hergün en az 1-2 film seçsem, filmler bitince yanına tik atsam,
sonra da
yapacağım tek iş, akşam için güzel bir sofra hazırlamak olsa,
bunu da sevdiğim bloggerların tariflerinden yapsam
acelem olmadığı için de tariflerin en kazıklarını seçebilsem
fonda da mp3 favori listem hep ama hep çalıyor olsa,
fena mı olurdu yaaa....

Cumartesi, Kasım 22, 2008

dostuma

kardeşliğin bendeki tanımı her koşulda orada olduğunu bilmekdir... öncelikler değişse de, araya yüzlerce kilometre girse de...
ya da her daim iki dirhem bir çekirdek olmaya çalışmamakdır, neysen ve nasılsan en çıplak halinle görünebilmekdir kardeşlik...
kardeşlik güzeldir, kardeşin gibi bir arkadaşın olması ise büyük bir şansdır..
ben o şanslılardanım işte...zaten kardeş gibi de benziyoru birbirimize, sizce de öyle değil mi?..:)
dostum nazlı nın doğumgünü yarın... iyiki doğdun nazlım, iyiki tanıştık yıllar önce, iyiki bulduk birbirimizi koca istanbulda...

gülen yüzünüz hiç solmasın, her daim mutlu olun..


yeni yaşını yaşarken keyifle, ben de olayım hikayenin içinde...

ve bizim dostluğumuz gibi bir dostluğu çocuklarımızın da yıllarca yaşatabildiğini görelim...onları birbirine emanet edebilelim, gönül rahatlığıyla..


seni seviyoruz Nazlıcım, İYİ Kİ DOĞDUN!!

Cuma, Kasım 21, 2008

haftasonu hediyesi....




o "an", bu"an" işte...

LOSTun 3.sezonunun final sahnesi... son 5-10 dakika... 3 sezon, bilmemkaç bölümdür hep içimden diyorum "allaaam şu cocukcaazlar kurtulsa şu adadan ne güzel olacak, ahh ne yapmalı uçurmalı mı, kaçırmalı mı... ha gayret gidecekler adadan, hoş hepsinin döndüğü hayatlarında sıkıntıları var, ama ada onlara çok şey öğretti , çok mutlu olacaklar".... denizaltıları da patladı, allah seni bildiği gibi yapsın john locke!...

beklenti hep , adadan çıkınca mutlu olmaları yönünde ya, işte o son 5-10 dakika ve final sahnesi... bittik biz, tutunduğumuz dallar elimizde kaldı, forward back yapıldı, meğer bunlar adadan çıkınca bir mutsuz oluyorlar, berbat haldeler... adaya geri dönmek istiyorlar.....

hadiiiii.....

şimdi 4.sezonu nasıl seyredicez, çıksınlar mı, çıkmasınlar mı... doğru ne, mutluluk nerede?.... boşlukda kaldık....





çok sevdiğim bir ailenin kızı, ingilterede okudu, italyada okudu, geldi türkiyede okudu... bir ailenin bir kızı... yediği önünde yemediği arkasında... sanatla içiçe.. bir kütüphanesi, müzik ve film arşivi var, gözlerinize inanamazsınız... canı ne zaman isterse , 2 gün içinde londrada, orda burda... çalıştı bir müddet.. ama tabi bu koşullarda olup da patron kaprisi, mesai arkadaşı dırdırı çekemediğiniden bıraktı hep...hani durup durup özenilecek bir hayat...ahhh ne mutlu ona, mutluluk orada işte...
ama işte dönem dönem o da mutsuz...dertleri var her insan gibi, sıkılıyor hayattan, istediği gibi bir iş bulamamak bunaltıyor onu da....
hadiii...
hani hep çalışmamanın hayalini kuruyorduk, çok para, az kapris, bol kitap,film,müzik,gezme... az stres...
nereden çıktı bu mutsuzluk....
boşlukda asılı kaldım...


2 sene önce işden çok sıkıldım, başka bi iş yapmak istiyorum.... franchise lara bakıyorum... açıp konuşuyorum felan... 300-500bin dolarlar uçuşuyor havada... nasıl olsa boyle bir para yok ya, ahhh diyorum ne mutlu olucam falan pizzacıyı açsam şuraya, kendi işimin başında... bilmem ne kafeyi açsam, kendim de içinde kitaba, gazateye,dergiye gömülsem...
derken, pat diye boyle bir teklif geldi... tuzlada bi yer açılacak, bütün işletme sorumluluğu bende olacak... yine hadiii..... başladım düşünmeye, hergün gidiyorum açıyorum dükkanı, işletiyorum, kapatıyorum.. tekrar tekrar yapıyorum bunu.. kaç yıl, ne kadar? ömür boyumu... hani challenge? bir ömür geçer mi böyle, entrika yok, hırs yok, kariyer hedefi yok, plan yok... aç kapa aç kapa...
yine boşlukda asılı kaldım...

yani demem o ki, senin olmayan şeyler pek bi kıymetli oluyor...

eline geçince görüyorsun ki bi numara yok...

yaşadığın " an" dan daha iyisini arama... keyfine bak....

iyi haftasonları....

Pazartesi, Kasım 17, 2008

İstanbulda nasıl yaşanıyor...

İstanbul'u gözünde çook büyütenler var, durup durup sorarlar, nasıl yaşıyorsun o hengamede, çok büyük, çok karmaşık...
hep aynı şeyi söylüyorum bende...
evet işlerimiz bir şekilde daha uzak , küçük şehirlere göre..
ama onun dışında herkesin kendine ait bir yaşam alanı var, onun içinde de İstanbul dışında hemen heryerde şıp diye bulamayacağınız türden konfor , kalite vs. mevcut..
biz örneğin, Ataşehir'in içinde yaşıyoruz esasen, doktorlarımız burada, okulumuz buraya çok yakın, alışveriş merkezlerimiz palladium, ikea, carrefour, çok yakında optimum...(isimlere de bakınız, ve de aşağıdakilere de..:P)
marketlerimiz yürüme mesafesinde, hepsi genel merkezlerinin dibinde olduğu için maksimum kalite, maksimum müşteri memnuniyeti.. eğlencemiz burada, chicago bulls, northshield, develi, sahan, il padrino, fasıl.. cafelerimize ne demeli.. starbucks, robert's, barneys ki benim favorimdir, hepsi yürüme mesafesinde... sinema, 3 km.lik çember içinde 3 tane... spor için hillside ,ki en babasıdır, dahil 3 spor salonu(gitmesek de görmesek de onlar bizim spor salonumuzdur!!..:),zamanında 2 kere üyelik yakmışlığım var..:) sanat için biraz yol yapıyoruz, Caddebostan kültür merkezi... ama çok yakında yeni bir merkez açılacak, oraya da gitmeye gerek kalmayacak...
bakıyorum herkes bizim gibi, evinin civarında yaşıyor aslında.... ha canımız isterse, 5 dakika sonra( trafiksiz zamanda!) deniz kenarındayız, o ayrı!...:)
geçenlerde bir garip insan evladı söylenmeye başladı yine.. ahhh nasıl yaşıyorsunuz İstanbul'da diye... işte böyle yaşıyoruz dedim ben de...:) (zaten evden uzaklaşınca da çocuk kaybediyoruz, kalsın yani..:)
bu yazı da durup dururken gelmedi aklıma, cumartesi akşamı tiyatrodaydık, Ümraniye sahnesinde... Bu sezonun hemen bütün tiyatrolarına gitmeyi düşünüyoruz... burası da evimize 6-7 km... hoş geçenlerde biletleri almaya çıktım evden, cumartesi akşam üstü ve yağışlı olunca oraya da 1 saatte gidip döndüm ama neyse..:)
yaşar ne yaşar ne yaşamaz a gittik, annem de bizimleydi..tiyatroyu çok sever kendisi.. dekor, oyuncular, oyun hepsi çok güzeldi... müzikaldi aynı zamanda ve canlı müzik grubu da vardı sahne altında... hepsinden güzeli de böyle bir gösteri sadece ama sadece kişi başı 8 liraydı..."Vişne bahçesi" ve "Kırmızı pazartesi"nin biletlerini de aldık bile... siz de şehir tiyatrolarının programına buradan bakabilirsiniz...

Pazar, Kasım 16, 2008

kaybolduk!

yıllarca korktum için için...birgün başımıza gelir mi gelir...biraz da kendi çocukluğumdan kötü bir anım var, 4-5 yaşlarındayken bir 6 saatlik kayıp olayım var, hayal meyal hatırlıyorum.. annem çarşıya giderken, bizi komşulara emanet etmiş, ben de anneme bişey söyleyecektim diye peşine takıldığım gibi hooop kaybolmuşum... artık nasıl salya sümüksem bir amca beni alıp karakola götürmüş, orada da yolu, evimi tarif edememişim, en sonunda babam ve babaannem beni bulmuş, annemse evde karalar bağlamış, kaçırıldım, bulunamayacağım diye...hayal meyal hatırlıyorum, ev ağzına kadar doluydu, annem ağıt tutmuş , herkes de endişeli gözlerle annemin etrafındaydı...
annemle göz göze geldiğimizde annemin daha da tonu yükselmiş bir sesle ağmaya başladığını hatırlıyorum beni gördüğünde.. sevinç de bazen bağırarak ağlayıp gösterilebiliyor böyle işte...
bu konu durup durup anılır evde, annemde de bende de bu kaybolma anısı ufak çaplı bir hasar bıraktı herhalde...:I
bugün İstinyeparktaydık, istinyede bi balıkcımız var, annemi oraya yemeğe götürmek istedik, yarın eskişehie dönecek, dönmeden bi son pazar keyfi yapalım dedik... hazır taaa oralara kadar gitmişken de istinyeparka girip 3-5 alınacak vardı, onları alalım, bir kahve içelim, falan filan... herşey bir anda oldu..
eren yanımızdaydı, koray telefonla eskişehir maçının skorunu alıyordu, biz de annemle bir vitrindeki bir kıyafetle ilgili sadece 20 saniye kadar yorumlaştık, o kadar, maksimum 20 saniye...
ve kafamızı kaldırdık.. koray biraz arkada, eren yok!!!! yok!!!! 360 derece tarıyorum gözlerimle...koray da bir yandan... yok!!!! kalabalık da bir yerindeyiz mekanın.. insanların arasından tekrar tekrar bakıyoruz , göremiyoruz!!... koray bi tarafa doğru koşmaya başladı, ben bi tarafa doğru.. annem dikildi kaldı, kalmış yani, sonra konuşuyoruz, inme inecekmiş az daha anneme, flash back olmuş tabi....koraya döndüm sonra... peşinden koşuyorum aynı yöne.... birden Ereni gördük, kalabalığın arasında hızla gidiyor, nerdeyse koşarcasına!.. ben eren diye bağırıyorum, bi an önce beni görsün diye, eren! eren! herkes dönüp bi bakıyor, eren dönmüyor...
daha hızlı koştu koray, bana da tamam gördük ya bağırma diyor o arada.. akıllım , benim görmem yetmez, onun beni görüp korkusunun geçmesini istiyorum, milisaniye bile kıymetli... ereni yakaladı, babasını görür görmez boynuna sarılıp ağlamaya başladı eren, herşey toplamda 2 ya da 3 dakika.. nerdesiniz diyor durmadan, nerdeydiniz yaaaa diyip ağlıyor...
ben de ona neden o kadar hızlı gidiyorsun annecim, nereye gidiyordun ki dedim... cevabı "hani senle konuşmuştuk ya, üniformalı bir amca bulup senin adını söyleyecektim" oldu... bunu aynen böyle konuşmuştuk, kaybolursa ne yapacağını konuşmuştuk, değişik yerler için değişik planlar yapmıştık... hatta koray da bana "çocuğu endişelendirme demişti, nerde kaybolacak çocuk, hep yanındayız"...
al işte , hep yanındayız, ama 20 saniyede kayboldu.... 3 dakikada 3 yılımız gitti korkudan...
iyiki anlatmışım bunları, çok korkmuş ama en azından bir planı varmış...
allah kimsenin başına vermesin, çok zor...

Cuma, Kasım 14, 2008

nar suyu..:)

hani debelenme dedim ya, işe yaramaya çalışma hali... annelikle abuk mühendislik çözümlerinin bulamacından çıkan bir kare bu...

masanın üstünde hafifce eze eze suyu çıkarılmış nara takılmış pipet...:) tabi havalandırma borusuna da ihtiyaç vardı.. burada görülmüyor, narın arka tarafında bir ince boru daha var.. nar suyunu çektikce onun yerine hava girişinin sağlanması gerekiyor... du en azından...

oldu mu, olmadı tabiii....:) hasta, ateşli çocukcaaz bir yandan da olanca kuvvetiyle nar suyunu çekmeye calıştı, darallar geldi oğluşa... ventili yetersiz geldi.. çocuk 2 gıdımm ancak içti, narı da beni de mutfakda bırakıp odasına kaçtı... neme lazım der gibiydi, her an yeni bir maraza çıkarabilir.. uzaklaşayım...:)))))





dişci olayımız



şükür daha iyiyiz bugün.... her hastalıkdan sonra görüyorum ki , oğluş benden daha metanetli, daha sabırlı...


hani bir gözünün yanını patlatma olayı vardı, 6 dikişlik, burada da yazmıştım, dikiş atılırken o kadar sakin ve sabırlıydı ki, doktor beni odadan çıkarırken, galiba daha iyi olacak diye düşünüp, o yaşda, 4 bile değil, ses etmemiş, gıkı çıkmadan da operasyondan çıkmıştı..


bu cumartesi dişcimizde de yine aynı durumdaydık.. önce onun dolguları yapıldı, iğnesiz, UYUŞTURMADAN, 2 dolgu yapıldı, sadece canı cok acıdığında elini kaldırabileceğini ve disci amcasının da duracağını biliyordu, birkaç kez denedi, baktı sistem çalışıyor..:), bir daha cok zorlanmadıkca kaldırmadı bile elini...inanması zor bence.. o yüzden belgeledim hatta.. ileride de gurur duysun kendisiyle diye...


zira onun arkasından benim de bir dolgum vardı, onu yaptık.. iğne isterim ben diyemedim, utancımdan, sadece "ben de canım acıdığında elimi kaldırırsam dururmusunuz lütfen" diyebildim usulca ve erenden cok daha fazla kaldırdım doğruya doğru.. eren de dinlenme koltuğunda pür dikkat beni izledi... ona örnek olmakdan geçtim, rezil olmama derdine düştüm desem yeri var..:)

Çarşamba, Kasım 12, 2008

39lara vuran ateş, neredeyse saat başı alınan ılık duşlar, bitmek bilmeyen öksürük,yetmeyip tıkanmalar, sabaha kadar soğuk buhar, antibiyotik, ateş düşürücü, burun açıcı ile geçirilen bir gece..
sersem sepelek bir gün..
yayıla yayıla hasta olmaya bile hakkı olmayan çouklar, çalışan anne çocukları...
hızla iyileştirmeye çalışıyorum...
tüm yorgunluğuma rağmen, kafadaki bazı klişeler tırmalıyor beni, gündüz vakti poğaça kokmuyor evim hiç, oğluma bunu da yaşatmaya çalışıyorum aklımca...
kasap et, koyun can derdinde halimiz....
çocuk sevinsin mi üzülsün mi bilemiyor benim evde kaldığıma... hızlı çekimiz evde.. portakal suyunu içiriyorum, 5 dakika geçmiyor, 1 kaşık bal bari yesin diyorum.. annemin her daim dolabımda hazır çorbasını çeviriyor, akşama onu rahatsız etmeyecek bir yemek yapma derine düşüyorum...
benim 1 gün evde kaldım , işe yaramalıyım paniğim, çocuğumu geriyor, görüyorum...
darmadağım mutfağı öylece bırakıp buraya yazıyorum...
ben oturunca, eren yanıma kıvrılıyor, ateşi bile düşmeye mi başlıyor nedir...sakinlik ikimize de daha cok yarıyor...

Cuma, Kasım 07, 2008

taciz aldı başını gidiyor

tabi şimdi adı batsın diyeceğim hüseyin üzmez pedofilisinin yaptıkları yanına kar kalınca,
edebini evde bırakan, ki genelde bi gıdımcık ya var ya yok halde, kendini sokaklara attı... ilk yakaladığı 11 -12likleri de artık nasıl denk geldiyse sıkıştırdı, mıncıkladı, taciz etti....

bu haber ve bu haber ve bu haber ve daha niceleri....

ah gariplerim!ah kaz kafalılarım!.. bu ülkede yasalar önünde hepimiz eşitmiyiz, ah saftiriklerim!..

bazılarımız daha bi yasalar üstü vatandaş, bazılarımız daha vatandaş değilmiyiz, ah aymaz kafalılarım!...

sürünürsünüz içeride işte böyle...sürünün de zaten...

öbürünü de artık allah'a havale ediyoruz, gücümüz bu kadarına yetti....yani yetemedi...yazık!

Perşembe, Kasım 06, 2008

kriz demeyin bana!

kriz kelimesi sinirlerimi zıplatıyor artık.. günde 3 değil, 5 değil, 50kez aynı kelime duyulur mu,duyuluyor işte...
duyulunca sinirler hala laçkalaşmadan durur mu.. durmuyor işte...
iki seferde 60a yakın işci çıkardık, salya sümük, neden ben diyenler.. eşimden ayrılıcam, beni 3 ay sonra gönderseniz diyenler, sorgular ve suçlar gözlerle bana bakanlar,hergün etrafımda.. yüreğim burkuluyor, ama talebe göre işci planlaması da benim işim.... üstelik 3 aydır da sessiz sedasız idare ediyoruz onları.. ama olmuyor işte, çark dönmüyor bu aralar, satışlar durdu, siparişler iptal ediliyor, hergün beklemeye geçtik diye mailler geliyor... ne bekliyorsunuz.. bekledikce daha da derinleşecek... kapitalist düzen tüketmeyi emrediyor, tüketilecek ki üretilecek.. üretilecek ki istihdam olacak... beklenince fena... işci çıkarmaları had safhada , civardaki bütün fabrikalarda da durum aynı... 2009 işsizlik yılı, primler, jestiyonlardan geçtik, survive moduna girdik hepimiz.. bir işin varsa mutlu olmalısın diyorlar 2009 için..
1995de çalışmaya başladım ben, o günden bugüne bu 3. büyük krizim... 1995,2001,2008... her 6-7 yılda bir... şanssız nesiliz biz... 2 adım ileri 1 adım geri.. şimdi bekle ki kriz geçsin, büyüme yeniden başlasın.. seni de yeniden görmeye başlasınlar...
bir yandan da hergün tasarruf tedbirleri..
yıllardan beri kocam her geldiğinde "oooo siz burada prensessiniz yaa, kaldı mı böyle dakika başı çay kahve servisi, hem de ince belli bardak, ince porselenden" derdi.. aradım bugün sabah.. gözün aydın.. otomatlar geldi..:):(
çaycıların işine son..
"fabrika evlerimizden bile temizmiş efendim"... temizlikcilerin yarısının işine son...
bilmiyorum daha neler çıkacak.. hergün yeni bir tasarruf tedbiri..

dün sabah yönetici kademesine detaylı bir açıklama yapıldı... ağızlardan bal damlıyor, 2009 bitik, 2010 tünelin ucu görünebilir, 2011 başı rahatlama görünüyor diyorlar.. o zamana kadar bu kadar işsizin üstüne daha kaç kişi işsiz kalır, bunlar ne yer , ne içer...

trajikomik 2 şey..

devlet dairesinde çalışan bir arkadaşıma kriz, mriz, nolcak, ah , vah dedim... ee ne oluyo ki kriz olunca dedi! boşuna kapısında yatmıyorlar girebilmek için, dünya yansa umurlarında değil...

bir de r.t.e nin dünkü açıklaması.. adam ısrarla 3 diyor, başka da bişey demiyor!... yok ben takarım yakında huniyi... mustafa, h.üzmez, kriz, 3 çocuk derken... takarım , takarım, kesin...

Pazartesi, Kasım 03, 2008

hiç beklemezken...

okulum çağırdı geçen hafta beni... gel bakalım dedi, madem sen mühendislikde 13 yılı devirdin, bir madalyayı hakettin... hazırlandım gittim hemen, madalyamı çok değer verdiğim, çok kıymetli hocam taktı.. çok mutlu oldum...

kaç yıldır görüşemediğim arkadaşlarımla buluştum, kaldığımız yerden devam ettik, sanki dün de birlikteymişiz gibi, sıcak, içten...

neler yaşamıştık birlikte... sabahlara kadar ders çalışmak mühendisliğin kaderiydi, biz de kader mahkumları.. :)


oğlum da çok beğendi okulumu.. yeni kampusumuz çok güzel olmuş.. madalyama takti tabi kafayı.. biraz ben taktım, sonra oğluma geçti..:)


Cuma, Ekim 31, 2008

Salvador Dali

sanat aşkı buna denir....:))

pazar günü istanbul gerçekden sular altındaydı.. böyle bir yağmuru yıllar var görmedim..

bu hava koşullarına rağmen , ısrarla , inatla yaptığımız programdan dönmedik.. ama belli ki birçokları da dönmemişti... çünkü böyle bir havada uzun kuyruklar vardı girişde...
sanata gösterilen bu ilgi içimi ısıttı..


sahilden müzeye kadar bilmem kaç merdiven çıkmış, kuyrukda beklemiş, nihayet içeri girebilmiş ,şu sudan çıkmış balığa dönmüşlerin haline baksanıza..:)

baştan başlayayım, sabah kahvaltıya lilliputa gittik.. canım arkadaşımın bebekdeki cafesi... enfes bir sofra, sadece bize ait gözetmen ablalar, sohbet muhabbet derken, aslında randevuyla kahvaltıya müşteri kabul eden mekana ayağımızı sürüdük ve spontan anne babalar geldi... onlar misafirleriyle ilgilenmek zorunda kalınca,

biz de onların kızını da alıp , soluğu sabancı müzesinde aldık.. salvador dali sergisine gittik...

resimden çok anlamam, çiz desen başı sonu belli bir resim çıkarmı emin değilim, ama emekden anlarım...

1904-1986 arası dünyadaki gelişimler ve bu paralelde salvador dalinin hayatı, sürrealist akımdaki ilerlemeler, değişiklikler vs. o kadar kronolojik ve keyifli anlatılmış ki... bayıldım.. resimlerin altındaki numaraları girip, resimin detayını dinleyebildiğiniz kulaklar da çok keyifli...

herşey iyi de...

çocukla böyle bir etkinliğe gitmek çok iyi fikir değil..:)))

her ne kadar uyumlu da olsalar, bir yerden sonra koptular...

niye zorladım, çünkü o benden daha iyi anlasın istiyorum sanatın her türünü, sanatcı ruhu olsun istiyorum oğlumda, hiçbir şey olmasa da emekden anlasın, kıymet bilsin istiyorum...

bunun için çekmediğim kalmıyor ama yine de bildiğim yoldan dönmüyorum...

değişik bir sorumluluk projesi

3 gün boyunca bir çiğ yumurtayı okula götürüp, getirdi...

nasıl götüreceğini kendi tespit etti.. tabi yardım ettik.. ama direk söylemedik.. önerdiklerinin eksilerini soru cevap yöntemiyle buldurduk.. derken ortaya bu çıktı....

hergün öğretmeni ve ben sağlam teslim aldığımıza dair paraf attık yumurtanın üstüne...

kaybedenler oyundan çıktı.. yerine yeni yumurta konmadı..evde unutanlar da çıktı...

kaybedenlere katılım sertifikası, kazananlara başarı sertifikası verildi...




paraflar tamam, başarı sertifikamız buzdolabımızın üzerinde asılı...

ama sertifikadan pek bişey anlamayan eren , daha somut bir ödül istedi... çarşamba günü kitapcıda aldık soluğu..

mozart, bach, vivaldi kitaplarından seçti kendine, çok beğendik, bir kendine bir de doğumgünü olan arkadaşına...

çocuk istismarı!!!

hazır bela demişken, bu sefer annemi dinleyemeyeceğim, kusura bakmasın....

senin ve senin , Allah cezanı bu dünyada versin, biz de görelim... gözlerimiz açık gitmesin!!

sinirim zıpladı!

HATİCE ASLAN : ERKEĞİN BİR KARISI BİRDE YATTIĞI BAŞKA BİR KADINI OLMALI


tam diyorsun ki, yıllarca uğraşmış didinmiş, sonunda hakettiği yere gelmiş, bir de hemcinsin, bir de Cannes da kırmızı halıda yürümüş, türk kadınını temsil etmiş, alkışlıyorsun...

derken... tabi bu kadar yıl magazin kameralarından uzak yaşarken, akıllı, kültürlü görünen kadın, kameraların ışığını gördü mü sapıtıyor da sapıtıyor... artık o ışık ne menem bişey ise, tam başka yöne dönecekken kaybetmemek için sapırlanıyor, saçmalanıyor.. önce sözlerde başlayan bu çırpınışlar, belli ki, bir müddet sonra, göbek göğüs,kalça şova bile dönebiliyor... aman o ışık o böceğin üzerinden hiiiiç başka biryere dönmesin.....

bir de merak ediyorum...

yatılandan mı seçilirdim, konuşulandan mı?

diyelim yatılandan seçildim... benim kafanın da çalışacağı tuttu, adamın en ilgili olduğu konuda söyleyecek bişeylerim oldu, hayvan değiliz ya, aralarda konuşuyoruz da, aaaa hay allah dostca sohbete başladık , ne olur sonra?

a. hööööyyytttt!!! sen yatılacak kadınımsın.. benimle böyle konularda konuşmaya nasıl cesaret edersin? yat aşağaaa!!


b. vaaayyy sen demek konuşabiliyosun da, dur senin statunu konuşulana çevireyim, bi koşu öbürüne de gideyim de gitsin hazırlansın... öhümöhöömmm...


bela anmak istemiyorum, zaten annem de kızıyor, beddua döner diyor, ama yani el insaf!!!

Perşembe, Ekim 30, 2008

bu kutlama da ne olaki... içi boşaltılmış, yavanlaştırılmış.....dışı cilalanmış , parlatılmış, havai fişeklenmiş cumhuriyetin 85.yıl kutlamalarını seyrediyoruz hep beraber...

keşke inanabilsem bu coşkunun , bu kutlamaları organize edenlerin samimiyetine...

Salı, Ekim 28, 2008

geldik!!

Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun...Bu bayrama bloglarımızın haksızca kapatılması burukluğuyla girmediğime çok mutluyum...

Bloglarımıza kavuştuk nihayet, yerinde tepkimize kayıtsız kalamadılar, yapılanın pire için yorgan yakmak, kurunun yanında yaşı da yakmak, işi kökten çözmek(!) olduğunu ve bunun bu işe emek harcayan birçokları için büyük bir haksızlık olduğunu farkettiler...

benimki kişisel bir blog, velevki kişisel olsun;), yine de beni de kapatmaya kimsenin hakkı yok, ama bir de artık bu işi profesyonelce yapan, belki bu işden para kazanan, okurları günde 1000leri bulmuş bloggerlar var...

bir günde, ihbarsız, habersiz, nedensizce bloglarının kapandığını görmek ne kadar üzücü... ben kendi hissettiklerimi tarif bile edemiyorum...

neyse hatadan çabuk dönüldü...

digitürk'un haklı olduğu bir çok konu da yok mu , bence var, kendi özgürlüklerimizi korurken diğerlerinin ticari haklarına, özgürlüklerine de kayıtsız kalmamalıyız.

Oralarda da bir çok insan bu ticari haklardan ekmek yiyor, sadece digitürk kazanmıyor ki, 100lerce çalışanın tek gelir kapısı belki de bu özel anlaşmalarından gelen karlar....

dünyada bir takım oluşumlar var, internet güvenliği, hakların korunması, küçüklerin sanal ortamda korunması ile ilgili vs.

bunun için daha profesyonel bir ekip kurulmalı, bu tarz suçları işleyen bence de cezalandırılmalı....ama sadece suçu işleyen...

ha bu arada , ne suç ne değil.. tanımını yaparken özendiğimiz avrupa birliği insanlarının yaptıklarından ne suç, ne değil , bunlar da örnek alınmalı... kafa kesen baş kıran alilik yapmanın da anlamı yok...

temiz, güvenli interneti ben de istiyorum..

Pazartesi, Ekim 27, 2008

konu bugün ntv de tartışıldı

http://www.ntvmsnbc.com/modules/habervideo/video.asp?CatID=3&cbVideo=8076&cbQuality=1

link veremiyorum, bu adrese girip, olayın detayını dinleyebilirsiniz...

Cumartesi, Ekim 25, 2008

inanmıyorum yaaa...

başımıza gelenden çok, tüm dünyaya rezil oluyoruz diye üzülüyorum...

bizden daha doğudakilerin üzerinde uygulanan baskıları izleyip nasıl küçümsüyorsak bu beyinleri, nasıl acıyorsak bu baskılara maruz kalanlara,

her geçen gün geriye giden bir ülkede yaşayan bizlere de aynı şekilde acınıyor, başımızdakilerin zihniyetleri aynı şekilde küçümseniyor...

itibar kaybediyoruz, küçülüyoruz, eziliyoruz....

açın bloglarımızı, hemen açın...

çok ayıp...

Cuma, Ekim 24, 2008

3 akşam önce Design Turkey dizayn ödülleri gecesine gittim,

birlikte çalıştığımızı endüstriyel tasarımcımız da yarışmaya katılmıştı, hem de katıldığı ürünlerden biri bizim ürünümüzdü.. (fotoğrafda solumdaki ürün..:)

endüstriyel tasarım çok derin bir konu... kabuğu çizilmiş bir ürünün içine mühendislik tasarımını hep birlikte yapıyorsunuz.. uzun toplantılar, defalarca hazırlanan modeller, testler, kalıp yapımı, ilk numuneler, saha testleri, ömür deneyleri, renklendirmeler, artwork çalışmaları ve derken seri üretime kadar uzayan bir süreç.... bu nedenle de aslen tasarımına ödül bile verilmiş olsa, üzerinde bu kadar emeğinizin olduğu bir ürüne ödül verilirken çok heyecanlanıyorsunuz, tasarlanan bir şeyi üretilebilir hale getiren de sizsiniz sonuçta... hele ki bu üründe...

bir çok noktada fikir annesi olduğum bir üründe, ben de kendime bir pay çıkardım bu ödül gecesinden.. ve alkışlarken tasarımcımızı coşkuyla, bir kaç kez de kendim için ellerimi çırptım, kimseye çaktırmadan..;)


gece , Türkiye'de tasarımda nerede olduğumuzu göstermesi açısından çok güzel bir geceydi.. hemen 10 farklı kategoride tasarımcılar ödül aldı, üstün tasarım ödülü ise çok az kişiye nasip oldu...


biz ülke olarak, tasarımın, özgünlüğün farkına yeni yeni varıyoruz ... özellikle bazı sektörlerde... yıllarca esinlenmeyle, firma sahiplerinin eline kalem alıp "dur ben şöyle bişi yapıyım " zırvalamalarıyla geçiştirilmiş tasarım faktörü...


bazı sektörlerde tasarıma bütçe ayıran firma sayısı , koca türkiye'de 3ü 5i geçmez durumda sanki...


ama gelişme yok mu var, her geçen gün daha iyi tasarımcılar çıkıyor, daha özgün çizgiler uçuşuyor ortada...


gelecekde, umarım tasarım konusunda iyiler arasında adı anılan ülkelerden biri oluruz...


bu arada, yarışan ve ödül alan bütün tasarımları "İstanbul Modern antrepo5" de 2 kasıma kadar sergilemeye devam ediyorlar.. konuyla ilgililer kaçırmasın bence...






Pazartesi, Ekim 20, 2008

yazdan kalma bir pazardı... cumartesiyi de pazarı da ailece geçirdik. kızkardeşlerim, annem, en çok da Duru kızımızla... annenin de babanın da nöbetleri haftasonuna denk gelince Duru prensesi de biz kaptık... beyoğlunda, kalamış parkında, suadiye sahilde,evde....hep birlikteydik...









Cuma, Ekim 17, 2008

35 yaş


dün sabah ilk telefonu kociskomdan aldım tabi ki.. evden çıkarken ben daha uyuyordum,daha doğrusu yarı uyuyordum, ama yatağın içinde tıkırtılarını duyup bekliyordum, bakalım hatırlayıp mı çıkacak diye, hatırladı..:) yanağımdan öptü, uyanmış gibi yapmadım..sabah aradı erkenden, ilk ondan duymalıydım tabi, iyi ki bu dünyaya geldiğimi...buna en çok hayat arkadaşım sevinmeliydi... nitekim öyle de oldu...

masama geldim,bir gün önce seminerde olduğumdan gelen mektuplarım masama konmuş, en üsttekini açtım, karşımda bu sertifika...

canım arkadaşım, dostum Nazlı, benim için 5 fidan diktirmiş, bana bunu müjdeliyordu kağıt...

nasıl hoşuma gitti anlatamam... bir yerlerde benim doğumumdan mutlu olan bir arkadaşımın diktiği 5 fidanım var artık, bana fidanlarımın gelişimiyle ilgili bilgi de vereceklermiş.. belli mi olur, belki bir gün görmeye de giderim....

ikinci kutlamam da buydu..

ondan sonra da bütün gün çalışamadım desem yeri var, fona blogumdaki müziği koydum ve bütün gün arayanlarımla konuştum, akşam üstü şirkette benim için yapılan partiye katıldım, eve gittim , oğlumun hediye resmini aldım, eşimin lilyum buketini aldım, annemin bu gece için bir gece önceden İstanbul'a gelme sürprizinin haberini aldım, kardeşlerimin sürpriz doğumgünü pastasını aldım, mumları oğlumla birlikte üflemenin keyfini aldım... anne kokusunu , kardeş kucaklamasını, eş sarılmasını , yavru öpücüğünü aldım...

hayat benden 35 yıl aldı, ben de ondan sevgi, huzur, mutluluk aldım.. ödeştik..:))))

Çarşamba, Ekim 15, 2008

yoksulluk

insanlar tarih boyunca yoksullar, orta halliler, zenginler diye ayrılmışlar..
"yoksulluk kapıya adımını bastırılacak şey değildir" diye bir söz varken nasıl oluyor da bazı insanlar yoksul olabiliyorlar?


üretim kapasitesi düşüktür, istihdamdan daha az iş vardır, iş bulamayan insan yoksul düşer..

ya da

insan odaklı bir yönetim yoktur, gelir adaletsizliği vardır, birileri hep yoksul kalır...

ya da

doğuştan yoksul bir ailede doğmuştur, yoksulluk her konuda karşısına çıkmış, bir türlü çemberin dışına çıkamamıştır.

ya da

varlıklıyken kötü alışkanlıklardan dolayı veya
varlıklıyken doğal afetlerden dolayı herşeyini kaybetmiştir...

bu tanımların hemen hepsinde aslında birey olarak yoksulluk olmadığı, yoksulluğun o bireyin yaşadığı topraklarla da ilgili olduğu fikri çıkıyor...




işsizlik; devlet yönetimi, kaynaklar, aile planlaması vs. gibi alt başlıklarda incelenebilir, hepsi bağlı olduğun devletle ilgili..

insanodaklı yönetim, tam anlamıyla devletle ilgili...

doğuştan yoksul bir ailede doğup bundan bir türlü kurtulamamak, yine insan odaklı bir yönetim ile engellenebilir... itilmiş leylek yavrusu değil de kurtarılması ve hayata kazandırılması gereken bir birey olarak görebilmek gerekir insanları...

bu nedenle yoksullukdan kurtulabilmenin bence birinci kuralı, kuvvetli, söz sahibi,dirayetli, gelecek planlaması yapabilen, topraklarındaki maden, yol, boğaz, tarım, eğitim, üretim kaynaklarını iyi kullanan, zengin bir devlete sahip olmakdan geçer...


bugün Avrupa'da çok fakir bulunmaması bireylerin yoksul olmamak için harcadıkları çabadan çok, devletlerinin zenginliğinden ve milletine sahip çıkabilmesinden kaynaklanmaktadır.



Yoksa aynı çabayı bizim topraklarımızdaki bir çok insan da harcamaktadır, ama sistem karşısında o kadar çaresiz, yanlız ve itilmişlerdir ki çoğu zaman temel ihtiyaçlarını karşılayıp ,insanca ve onurluca yaşayacak kadar bir altyapıyı bile kuramadan hayatlarını heba etmektedirler..

Salı, Ekim 14, 2008

ve amsterdam...

Amsterdam kanallarıyla, kanal üstündeki yüzen evleriyle meşhur..









Arzu'nun evi de bir kanala bakıyor, terasının çok güzel bir manzarası var, yazın ne keyifli bir yerdir kimbilir..kanalları gezerken gördüğümüz evlerden bazıları..




meydana doğru yürüyoruz..
bu da meydandaki çakma süpermen, hormonlu mu desem yoksa..:) ama bir de erene sormak lazım, cümlesini aynen yazıyorum "süpermen(düzeltiyorum, spiderman..;) gerçekden çok kuvvetliymiş anne, kaslarını bile hissettim.."..:)

laleler, lale soğanları da her yerde... bizim yemeklik soğan fiyatına lale soğanları alabiliyorsun..


kahve molalarımızdan biri..




Paşa gibi bir köpeğimiz olsa, aslında ailemiz tamamlanacak gibi görünüyor bu fotodan dimi... çok isterim... ama çok zor,, Arzu'nun ve Vim'in harcadığı çabayı görünce ürktüm açıkcası....


ve dönüş yolu... şirin suratın gülen yüzü birlikte geçirdiğimiz 7 gün boyunca müthiş uyumundan dolayı ona teşekkür ettiğimiz anın karesi...