Perşembe, Mart 27, 2008

benim annem bir tane...gerçekten bir tane.. aslında ilkokul mezunu ama tamamen koşulların yetersizliğinden ilkokul mezunu.. imkan verilseymiş çok başarılı bir iş kadını olurmuş... verilmemiş de bişey olmamış mı, olmuş... çok iyi bir anne olmuş, kızlarının önünü açan bir anne.. her zaman kızlarını haklı gören, onların kararlarının arkasında duran bir anne... sıradan olmak istemeyen, kendini geliştirmeye çalışan bir anne.. 50 yaşında sürücü belgesi almak için kursa başlayıp, bir kerede motor sınavı dahil tüm sınavlardan geçen bir anne...
hayatın gerisinde kalmama çabası olan, bize de bunu aşılayan bir anne...
şimdi bu anne internet öğreniyor, msn i öğrenmiş, bizimle yazışıyor, elleri ve boynu kopmuş ağrıdan, galiba bu klavyede "f"yi koymamışlar diye söylene söylene yazıyor.. kendine blog açacakmış, hazırlık yapıyor.. googleından( öyle diyor kendisi..:) yemek tariflerine bakıyor...
belki de şu anda burayı okuyor, blog arkadaşlarımı çok sevmiş, ne akıllı insanlar var senin etrafında diyor..:)
sırada ne var , ben bile merak ediyorum....

Cuma, Mart 21, 2008

para koleksiyonu

koleksiyon demişken devam edelim.. para koleksiyonu da var..hem de çok sıkı.. dünyanın her yerinden toplanmış her döneme ait para var bu koleksiyonda..bir incelemeye başladınız mı saatlerinizi alıyor.. daha önce kutular içindeydi bunlar.. hiç unutmam bir haftasonu onlara gitmiştik, bu kutuları önüme döküp saatlerce incelemiştim.. şimdi çok daha düzenli ve hoş olmuş...
bu arada benim de küçük çaplı bir koleksiyonum oluştu yıllar içinde.. bunda ex patronun rolü büyük.... darphane nin çok güzel bir hizmeti vardır.. hatıra paraları yaptırır.. sanatçılara tasarlatır ve yanında sertifikası ile birlikte alabilirsiniz siz de.. bu hatıra paralarından bayağı çok oldu bende.. bir de koleksiyonundaki duble olanları da bana verdi...oldu mu mini bir koleksiyon..
bunların içindeki en değerlisini de evime çerçeveletip astım, cumhuriyetin 75.yılı için sınırlı sayıda üretilen kontenjanlı bir hatıra para seti bu...sanırım 1000 kişide felan var, biri bende , biri de nazkız da...(umarım koleksiyon hırsızlarına davetiye çıkarmadım..:)


şu son karede gördüğünüz de ofisin bir duvarı.. duvarda çeşit çeşit motosikletler üzerinde kendi fotoğrafları var.. üzerinize afiyet harley davidson, goldwing ne ararsanız var..ortadaki ufaklık da benim oğlum.. altındaki gerçek bir motosiklet.. honda model... saatte 60km. hızla gidebiliyor, tabi eren kullanmadı.. ama üstünde o kadar şirindi ki.. hemen fotoğrafını çekmiştik, onu da bir sürpriz yapıp duvarına asmış.. görünce nasıl hoşuma gittiğini tahmin edersiniz...

Çarşamba, Mart 19, 2008

ütünün tarihçesi

dünyanın her yerinden topladığı ütüleri bizim ex patron yeni ofisinde sergiliyor.. geniş bir evi ofis yaptı, ne iş yapıyor derseniz, hiç.. akşama kadar sohbet muhabbet.. kafası bozulan, aklı bişeye takılan, iki tek atıp dertleşelim diye iç geçiren, hiç bir derdim yok sohbetini özledim çok diyen şimdi tuzla sahildeki bu ofisde.. sanırım en çok da ben... iş çıkışı kaçıp kaçıp orada soluk alıyorum.. konuşacak şeylerimiz bitmiyor hiç.. bunda benim konuşma potansiyelimin katkısını unutmamak lazım..:)

vizyonu çok geniş biri bizim ex patron... evrensel dünya görüşü var... okuyor, araştırıyor, geziyor.. zamanında 3 ay boyunca minibüsle avrupayı gezmişler familyasından.. ee malum ortada böyle birikimli insan çok olmayınca, bulunca kene gibi yapışası geliyor insanın...:)

bu sergi haliyle halka açık olmayınca, belki şöyle bir göz gezdirmek istersiniz diye düşündüm..






İnsanlar giysilerindeki kırışıklıkları giderebilmek için uzun uğraşlar vermişlerdir. Bu uğraşılar sonunda değişik yöntemler bulmuşlardır.Başlarda odun, cam , mermer gibi aletler kullanıldı. Taşların ısıtılıp giysilerin üzerinde gezdirilmesi ile ütünün temelleri atılmaya başladı. Tarihte ilk kez sapı olan bir demir parça ile ütüleme işleminin yapılması 17. yüzyılda gerçekleşmiştir. Ocaklarda ısıtılarak kullanılan ütüler zamanla kor ve kömür ile ısıtılan içi oyuk ütülerle yerdeğiştirdi. 19. yüzyılda ise ocak ya da sobaların ısıtıcı olarak kullanılması standart hale geldi.


Henry W. Seely (ABD) ilk defa ütünün taban kısmını ısıtmak için elektrik kullandı ve 1882 de elektrikli ütüyü icat etmiş oldu.Ütü iki karbon tabaka arasında kalan elektrik arkı sayesinde ısıtılıyordu.

1883 yılında ütüyü kablosuz hale getirip daha güvenli bir hale getirdi. Çalışma sistemi günümüzdeki sistemle çok benzerdi. kablonun prize takılması ve ısıtılması gerekiyor, daha sonra prizden çıkarılıp rahatça kullanılabiliyordu. Tüm bunlara karşın, ütü oldukça pahalı ve dayanıksız bir aletti. Elektriğin yeni yeni yaygınlaşması ve satışların düşüklüğü nedeniyle ticari bir başarı elde edemedi.
Ütüler zaman içinde gelişti. 1926 yılında Eldez isimli bir kuru temizleme firması buharlı ütüyü üretti. Fakat geçmişteki başarısızlık bunada yansıdı. İnsanlar henüz bunu kullanamaya hazır değillerdi.. Bu yüzden bir başarı elde edilemedi.


O günlerde beri ütüler çok gelişti. Günümüzde kullanılan ütülerin çok büyük bir kısmı buharlıdır. Üretiminin ilk yapıldığı yıllarda pek ilgi görmesede gerçekten çok yararlı bir özellik olduğu anlaşıldı.

Pazartesi, Mart 17, 2008

kitap mitap vessaire..

hazır kitap demişken bu aralar neler okuduğumu da not edeyim..

paulo coelho "portobello cadısı"

tom robbins "parfümün dansı"

ismail cem "ben böyle veda etmeliyim"

haluk şahin "liberaller, ulusalcılar, islamcılar ve ötekiler"


hoş bu aralar elime alıp alıp bırakıyorum.. konsantrasyonum yok hiç, bozuldu yani... gündem o kadar yoğun, o kadar sinir bozucu ki, kafayı toplayıp bişeyler okumak bile mümkün değil...herşeye rağmen güzel geçsin diye çabaladığımız haftasonunun etkisi sabah ekonomi haberleri itibariyle yerini sinir bozukluğuna bırakmaya başladı...öyle de geçer artık günler... ...dediğim oluyor işte, show tv 170.000 kişi katılımlı bir sms anketi yaptı haberler boyunca, bugün seçim olsa oyumu ak partiye veririm diyenlerin oranı %70lere vurdu...mazlum etkisi yine iş başında... kendimi bildim bileli demokrasiye inandım, onu istedim, ona güvendim.. yine de demokrasiden yanayım ama bir söz de kulaklarım da çınlamıyor mu çınlıyor.. "demokrasi bizim için istediğimiz yere varıldığında inilecek bir trendir"..... bu söz yüzünden doğru bildiğimi bile şaşırtıp kendimi suçlarına ortak hissetmeme sebep oluyorlar.... sinirlerimi bozuyorlar , hem de çok..

Pazar, Mart 16, 2008

ah canım beyoğlu!

beyoğluna gelir gelmez bizi mehteran karşıladı.. bi rağbet bi hürmet..:P manisa mesir macunu festivalinin tanıtımı için istiklal caddesinde görkemli bir gösteri yapıyorlardı.... ne ihtişam.. turistler o kadar keyif alarak seyrettiler ki.. umarım döner dönmez türkiyede ali kıran baş kesenler gümbür gümbür meydanlardaydı demezler..:) bugüne kadar hiçbir padişahla fotoğrafım olmamıştı diyip attım kendimi 1.muratın yanına...bu pek çelimsizdi ama fatih sultan mehmette de izdiham vardı, yanaşamadım..:)


zaten o ihtişamlı padişahlar yarım saat sonra halkın arasında kostümleriyle aylak aylak dolaşmıyorlarmıydı, gösterinin kendinden çok tam istiklal caddesinin kosmopolitliğine yakışır bir sahne olduğu için bu daha çok keyiflendirdi beni..:)
caddedeki en sevdiğim yerlerden biri ADA'dır.. şimdi bir tarafı kafe oldu.. cam kenarında bir masada şehir önünde akıp giderken, yeni aldığın, önünü arkasını inceleyip, mis gibi yeni kokusunu içine çektiğin kitabına şöyle bir göz gezdirmek ne keyifdir, bilirsiniz di mi?
bu romanların kanında var dans, müzik, eğlence.. bu beşli biz adada otururken hızlı hızlı yürüyorlardı, meğer hemen 2 adım ötede deliler gibi göbeciklerini atıyorlarmış, herkes seyirdeydi, biz de takıldık 5 dakika..

bu arada avrupa şehirlerinde her köşe başında bir enstrüman çalınır, gösteri yapılır, şarkı söylenir ya, beyoğluda son birkaç yıldır aynen böyle... çok keyifli..



vehbi koç sergisi

cumartesi sabahı yatakdan fırladığımız gibi kendimizi istanbulun kollarına attık, eren hayatının ilk 3 yılında ona bakıcılık etmiş ve artık buradaki anneannemiz haline gelmiş şendal teyzesine emanetti tüm gün boyunca..

ilk durak Rahmi Koç Müzesindeki Vehbi KOÇ sergisiydi. 10 yılı aşkın süredir hizmet ettiğim markanın kurucusu, Cumhuriyet Tarihinin en büyük, en kıymetli sanayicisidir bence Vehbi Koç.. hala da Türkiye'de istihdam ettiği insan sayısı, yan sanayisi, bayisi, servisi ile tekdir bana göre..

Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç kitabını yalayıp yutmuştum...bu kitapdan alıntılarla süslenmiş bir sergi...






aile ağaçlarına bakarmısınız? ben bizimkini yapmaya çalıştım babaannemin annesinden sonrası yok..:) ortaasyadan göçtük biz yavrum diyip geçiştirdiler...






o dönemde ticarete atılmak isteyen her türkün tek yapabildiği iş bakkallıkmış... vehbi koç ve babası da oradan başlamış..

ve yıllar içinde geldikleri son nokta...

bu arada sadberk hanımın köşesinin zarafetine bakar mısınız?

Cumartesi, Mart 15, 2008


buna sanat aşkı denir...cuma akşamı saat 5:30 şirketten çıktım, tam 3 saat sonra caddebostan kültür merkezindeydik, hatta 5 dakika da geç kaldık, istanbulda bence trafiğin en zıvanadan çıktığı mevsim ilkbahar... herkes sokaklarda.. neyseki araba denen şey de konforlu birşey..sohbet muhabbet, fonda chantel yolculuğumuz bitti...

koca bir aşk çığlığı 'nı seyrettik...selçuk yöntem, tilbe saran başrollerdeydi... çok keyifli bir tiyatroydu.. çıkışda aklımız her ne kadar aynı binadaki hayal kahvesinde kaldıysa da, zira tango gecesi vardı ve herkes müthiş eğleniyordu, ereni almamız gerektiğinden yola koyulduk...bir sonraki gün için yaptığımız güzel programımız sayesinde geceyi erken bitirdiğimize üzülmedik...
eve dönüş o kadar hızlıydı ki, insan aynı yolda 2 saati nasıl harcadığına 2 saat sonra inanamayacak hale geliyor..:)

Çarşamba, Mart 12, 2008

taksim metrosunda sergi


bir etkinlikden bahsedeyim hemen dedim.. ama daha önemlisi de burada yazanların içindeki iki ifadeye takıldı kafam...

makina almış, Ara Güler'le birlikte fotoğraf çekmeye başlayıp sergi açacakmış..
oysa daha yeni yazmıştım Ara Güler'in bu konudaki fikrini... dobra adamdır ama herhalde o anda bişey diyememiş...

ama serginin taksim metrosunda açılmasına ne güzel sitem etmiş..

bir de bu başarıdan bile nasiplenilmeye çalışılmıyor mu, hayret ediyorum... efendim istanbul olmasaymış, ara güler de fotoğrafçı olmazmış... aklına bile gelmezmiş fotoğraf çekmek.. yani hüner çekende değil, çekilendeymiş... (malum çekilenin de başında ya bu aralar, taaa buradan bağlama çekiliyor)

yolunuz muhakkak uğrar metroya, uğramazsa da uğratın derim... ben bu cumartesi oradayım...

Pazar, Mart 09, 2008

meyve buketi

cuma günü korayla hızlı hızlı yaptığımız telefon konuşmalarından birinde çiçek geldi de onu yiyoruz şimdi(!) diye bir laf duydum..ne, nasıl bile diyemedim yoğunlukdan, sonra da unuttum gitti.. haftaiçi yoğunluğumuzda konuşamadığımız ne çok şey olduğunu hep haftasonu yemeklerinde farkediyoruz.. meğer fruit and the city den gelmiş bu çiçekler ofise,

meyvelerden yapılan çiçeklermiş bunlar... kiviler, ananaslar, armut, elma, üzümlerden yapılan bu çiçeklere istenirse bir de çikolata da kaplanıyormuş... hediyesini alan da, afiyetle keyifle midesine götürüyormuş bu buketi..:)) ne hoş bir hediye di mi? biraz kalıcılık sorunu var, ama bu kesilmiş çiçeklerde de var, o yüzden ben mümkün olduğunca saksı çiçeği götürürüm gittiğim yerlere, ama illa buket göndereceksem bunu göndereyim bari artık....:)
bu arada bedavadan da reklamını yapmış oluyorum bu gibi firmaların ama neyse...... :)

haftasonumuz

havalar nasıl da güzelleşti... haftasonu kendimizi dışarı attık.... Erenin arkadaşlarından Demir'in doğumgününe gittik, mekan bizim liliput'du..bebekde böyle bir organizasyonu çıkışda deniz kenarında bir cafede soluklanma ile taçlandırdık tabi...:) oradan da yine Eren'in sınıfındaki kankası, dostu Ozan'lara davetliydik...Tilya'larla birlikte.. çocuklarımız bizi nasıl sürüklüyor yeni dostluklara.... üstüne üstlük tesadüfün bu kadarı diyebileceğimiz bir şekilde eskişehirde aynı fakültede okuduğumuz bir arkadaşımızın oğlu çıktı Ozan...hem hemşehri, hem çocuklarımız kanka, hem de kafa dengi insanlar olunca sohbetin tadına doyulmadı... yeni aldıkları evlerini de ziyaret etmiş olduk, karı koca mimar olunca, evlerinde de bir mimar eli değmiş havası vardı tabi ki..


ev hediyesi ne istersiniz gibi samimi bir soruya verilen samimi cevap ve istedikleri hediyelere kavuşmuş olmanın sevinciyle işte arkadaşlarımız...:)))))



çocuklar gecenin geç saatlerine kadar oynadılar, o kadar keyif aldılarki birlikte olmakdan..şu hallerine bakın...




bir ara ninja kaplumbağası olacak kadar enerji boşalması yaşayan erkeklerin yanında Tilya prensesin naifliğine bakarmısınız..:)



böyle güzel bir gecenin ardından pazar sabahı da hava pırıl pırıldı ve geç saatte yatmış olmama rağmen 9 gibi yürüyüşteydik...1 saate yakın yürüdük kardeşimle ve şu son bir haftada başımıza gelen trajiomik bir olayın en ince detayına kadar dedikodusunu yaptık..:)))


döndüğümde kahvaltı hazırlığı başlamıştı, biraz destek atsam da işte 8 mart hediyem.. eşimin elinden....

buyrun kadınlar günü kutlamasına!

rica ettiler.. hazretleri..yıllar önce Allah ne kadar verirse diyen diller bu sefer temkinli.. en az 3 ile sınırlandırdı dileğini.... meğer ne önemliymişiz biz kadınlar.. 2000 bilmem kaç yılında azalacak olan genç nüfusa bi omuz atmak görevi bize düşmüş...nacizane kabul edersek(takdir bizimmiş) bu görevi yerine getirmeliymişiz...dünya kadınlar gününde dünyadaki bütün kadınlara nasıl da forsumuzu attık ama... hangi ülkenin kadınına böyle kutsal ve önemli bir görev verildi ki hani...garibanlar , ha varsın desin bilimdi, sanattı,ticaretti uğraşıp duruyorlar,yazık valla.. erkeklerin dünyasında(!), onların kurallarıyla iş hayatının içindeler...bi de kıymetleri bilinse.. bak biz öyle mi?doğurucaz 3, hatta 4 tane, yanlarında da bir paket nohut, fasülye(rızkıyla geliyor ya yavrucaklar), giricez 4 duvarın içine, yolucaz saçı başı, okul kerhen, huzur kerhen, mutluluk kerhen.. ama olsun, sen bi de 2030daki genç nüfusa bak.. preh!preh! sanki meydan savaşına çıkıcaz, adam lazım adam!!... hala aklımız malazgirt savaşında kaldı tabi... masa başında, beyinle, donanımla, akılla, stratejiyle ( bak ben katakulli demiyorum, onun için eğitim şart değil, örnekleri ile sabit) kazanılan savaşların yılındayız beyleeerr!!... ve siz istemesiniz de , başarılarımızı ve dış dünyada varlığımızı sümen altı etmeye çalışsanız da, çalışma koşullarında sonuna kadar eşit, haklarda e ne de olsa kadındır biraz daha düşükle idare etsin deseniz de, bir yandan çalışırken bir yandan da biyolojik durumlarını, aile içindeki konumunu, evdeki yetiştirmeye çalıştığı 1 bilemedin 2 çocuğunun da annesi olduğunu görmezden gelseniz de biz buradayız, evlere girmeyeceğiz, hayattan kopmayacağız...

sizin kutlamanızdan da, temennilerinizden de bişey anlamadık..kendimiz kutluyoruz...

8 mart dünya kadınlar günümüz kutlu olsun!

Pazartesi, Mart 03, 2008

Türk Oscarı gecesi




SİYAD'ın ödül töreni türkmax de canlı olarak yayınlandı, son 3 yılını kaçırmadık bu ödül gecesinin...altın portakal ve siyad gecesi..bizim oscarımız da bu geceler bir nevi..:) bu sene 40.sı düzenlendi ama şu son 3-4 yıldan beri biraz da sponsorların rüzgarı ile bayağı bi oscar havalarında...bu sene bütün ödülleri "yumurta" topladı..en iyi erkek, en iyi kadın, en iyi görüntü yönetmeni, en iyi sanat yönetimi , en iyi senaryo, en iyi film, en iyi yönetmen, hepsi yumurta nındı.. aslında en iyi erkekde polisle haluk bilginer, mutlulukla murat han da benim favorilerimdi ama nejat işlere verildi diye üzülmedim, o da çok iyiydi.. bir de en iyi görüntüde mutluluk beni gerçekden çok etkilemişti, ademin trenlerinin ışıklarına da resmen bitmiştim...
en iyi yönetmende de ister istemez kalbimizden Onur Ünlü geçti, ne de olsa korayın okulundan mezundu ve çok idealist ve sağlam bir adamdı, "Polis" onun ilk uzun metrajıydı ve ah keşke bu ödülü de o alsaydı ama olmadı...
Semih Kaplanoğlu şimdi "süt" ü çekti, seslendirmesine çalışıyormuş, gecede yoktu... gözümüz arkadaşımız Aylayı aradı , kendisi yumurta, süt, bal üçlemesinin yönetmen yardımcısı.. yarın arayıp onu da tebrik etmeyi unutmamalı...

Siyad'ın bu huyu biraz garip, bir sene bir filme takılınca bütün ödülleri vermek zorunda hissediyorlar zahir.. geçen sene de reha erdemin "5 vakit"i bütün ödülleri toplayıp gitmişti...zaten gecenin sonunda da zülfü livaneliden bir fırça yediler kibarca...mutluluk daha fazlasını hakediyordu dedi adam, haklıydı ne yalan söyliyim.. zaten ben sinir olurum böyle iyilerin içinden en iyinin seçilmesine, muhakkak birilerine bir haksızlık oluyor bu durumda...

oscar demişken tabi bizim siyad gecesi de bayağı bi oscar havalarında ama nerde o şıklıkda birbiriyle yarışan kadınlar, özgün kıyafetler..hep sönük sönük...bir de ödül almaya gelenlerin konuşmaları, o kadar tekdüze, sıradan , temkinliki.. insan böyle bir gecede kendine çok güvenen, espriler yapan sunucular ve sanatçılar arıyor ama bulamıyoruz tabi ki.. sınıf başkanı edasındaki atilla dorsay ve hanımhanımcık ceyda düvenci ile işte bu kadar oluyor... gerçi geçen sene daha bir sertti tavırlar,atilla dorsayın 2-3 konuğunu fırçaladığını bilirim geçen seneden..:) yıl yıldan iyileşiyorlar ama yine de bu seneki oscarı sunan John Stewart' ın havasını düşününce...adamın mimikleri bile beni bitiriyor yahu...:)))