Cuma, Şubat 27, 2009

yok bana bu kış rahat yüzü.. Tabi bugünleri de aratmasın Allah ama...
sözde geçtiğimiz cuma ve cumartesi yaptığımız programlarla bir nevi ruhsal detoks yapmıştık ya, salı günü eren çok fena hastalandı yine,
hani bu çocuk geniz etinden sonra hastalanmayacaktı ...
üşütmüş bu seferde.. İstanbul kışı daha yeni yaşamaya başladı, farkındamısınız bilmem istanbullular...okuldan terli terli çıktı mı ne olduysa çocuğun bütün göğsü tıkanmıştı...
doktora gittiğimizde el parmak uçlarını da gösterdim, şu 10-15 gün içinde birden parmak uçlarındaki deriler kopmaya başladı, 2-3 kat soyuldu, neredeyse kırmızı etleri görülmeye başladı kuzumun..
çocuk doktoru hemen beni dermatologa yönlendirdi, çocuk egzaması olmuş kuzum, stresden olur çocuklarda bu sorun dedi, psikolojik bir sorunu var mı? diye sorunca bir garip oldum , hayır, bizim hiçbir sorunumuz yok felan diye eveledim, geveledim.. aklıma hiç kaza gelmedi, unutmak istedim ya geçen hafta, gerçekten unutmuşum..:)
doktor "ben ilaç tedavisini yapacağım, ama dediğim gibi bunu tetikleyen birşeyler olmuştur hayatında, onun etkisi azalmazsa ilaçlar da etki etmeyebilir" dedi, bizi gönderdi..
eve geldik, bir torba dolusu ilaç, bir ton nasihatla..
nazkızla konuşurken doktorun bu söylediğini söyledim, tabi ama kazanın etkisi di mi?? diyince bana dank etti!!!
tabi yaa..
görüyosunuz di mi domino taşı etkisini, bu seferde bununla uğraşıyoruz...
bugün ilaçlarının 3. günü, 2 günden beri okula da gidemedi, ben de bir gün onunla evde kaldım...
bugün bayağı toparlanmış bir halde, elleri de deri yapmaya başlamış bir halde okula gönderdim kuzuyu..
tabi 1sayfa dolusu not eşliğinde,
organik sabununu kullanacak,
oyun hamuru ile oynamayacak
pastel kalemlere, kimyasal içerikli hiçbir kırtasiyeye dokunmayacak...
bakalım bunlar nasıl olacak...

Pazartesi, Şubat 23, 2009

slumdog millionaire

Jüriyi etkilememek için daha önce yazmamıştım..ehieih..:P

Slumdog millionaire 'i dün gece izledik, diğerlerini izlemiştik , en sona en kuvvetli adayı bırakmıştık..dün akşam 10u zor yaptık, ereni yatağına yatırır yatırmaz, filmin başına geçtik.. Oscar sonuçları açıklanmadan seyretmek istiyorduk ve bu gece son şansımızdı..:)


ekrana kitlendik , büyülendik... ağzımız bir karış açık seyrettik... diyecek bişey bulamıyorum.. konu, kurgu, ses, müzik, görsellik, hepsi ama hepsi süperdi...
film bittiğinde şunlar geçti aklımdan
* dünyada ne kadar çok çocuk çocukluğunu yaşayamıyor, savaşın, fakirliğin, etnik savaşların, tacizin kucağına düşüyor ve biz bunları her seferinde unutup UTANMADAN bişeyler istemeye devam ediyoruz, yazıklar olsun bize!
* aynı kardeşden olma salim ve jamal, birbirlerinden ne kadar farklılar.. salimin gaddarlığı ilk sahnelerden başlıyor, jamal ise bir o kadar insan!
* hindistan.. gerçekden çok ilginç bir kültür... ölmeden önce gitmeliyiz kesin..
* bu filmi çekenler kim yahu!yazanlar kim!... bu kadar zeki, yaratıcı, başka bir göze sahip insanlar varken, valla da billa da insan kendinden utanıyor... daha çok yaratmak lazım, her ne olursa olsun insan yaratırken, üretirken mutlu..(çocukdan bahsetmiyorum, en kolay yolunu bulup işte yarattım,işte ürettim demeyelim lütfen.. :)


ve..... sabahın köründe sonuçları almak için uyandık.. 8 dalda oscar kenar mahalle iti milyonere gitmiş.. valla helal olsun.. tebrik ediyorum, haketmişlerdi...

Cumartesi, Şubat 21, 2009

kociskomun doğumgünüydü dün akşam.. aksam 7den sonra başladığım hazırlığı 9 gibi ancak bitirebildim.. 2-3 çeşit meze, fırında mücver, peynir tabağı, salata derken ortaya süper bir sofra çıktı..
şarabımızı da açtık..
"bueno vista social club" belgesel dvdsini de açtık... chan chan.. ilk parçası.. en sevdiğimiz hem de.. kadehlerimizi bu şarkıyla birlikte kaldırdık..yeni yaşına keyifle girdi kociskom...onu cok seviyorum.. yeni yası huzur, sağlık, mutluluk getirsin.. gözlerindeki pırıltı hiç solmasın.. hayat arkadasım benim...
bu akşam da arkadaşlarımızla bir kutlama yapıyoruz.. arkadaşlarımızın bir arkadaşı açmış burayı.. çok sıcak, samimi bir rum meyhanesi.. son günlerde arka arkaya yaşadığımız streslerden sonra bu gece bize çok iyi gelecek...daha önce hiç kırmadım, kıyıp kıramamıştım korkmuştum ama bu gece ne kadar tabak varsa kırmayan ne olsun..:)

wall-e


yeni kahramanım wall-e...

çok sevdim bu vicdanlı, çalışkan, romantik robotu...

dünya bir çöp yığını, insanlar bir uzay gemisinde tamamen robotların kontrolunde yaşıyor.. hareketsizlikden şişmiş de şişmişler...

wall-e dünyanın çöpünü temizlerken temizlerken sonunda bir bitkinin yetişmesi için bir alan yaratmayı başarıyor...ve dünyaya geri dönmenin yolu açılıyor...

ve dünya yeniden yeseriyor, yaşanabilir bir yer oluyor....

sevdim ben bu wall-e yi...şirin şey..
dün bir merkezi ziyarete gittik.. Çayırova'da Enişmer adında bir merkez.. sadece engellilerin çalışabildiği, bir çok sivil toplum kuruluşunun desteklediği bir merkez.. elle yapılabilecek her türlü işi yapabilen bir çok özürlü vardı gittiğimizde.. ama bir o kadar, hatta daha fazlasını ile istihdam edebilecek kadar büyük bir yer aslında.. merkezin müdürü hemen her ay birilerinin geldiğini, röportajlar yapıldığını, herkesin bu eşi olmayan uygulama için kendilerini tebrik ettiğini, ama iş iş vermeye geldiğinde bir türlü patronların harekete geçmediğinden yakındı..
hayallerinde bulundukları binaya sığamayıp, yandaki boş bir binanın da onlara tesis edilmesi var...
"o kadar çok özürlü var ki anlatamam " diyor.. hergün gelip iş var mı diye soruyorlarmış.. bize iş verilsin, ucuza kaliteli bir şekilde yaparız, hem de birçok engellinin hayatını kurtarmış olursunuz diyorlar..
biz 2-3 kalem işi götürdük bile, deneme yapacaklar, işi kotarabilirlerse bazı yan işlemleri onlara yaptırmayı düşünüyoruz...ben bu işin olmasını çok istiyorum.. umarım süreçde bir sorun çıkmaz...
ve umarım daha çok işletme el uzatır bu organizasyona..

Çarşamba, Şubat 18, 2009


geçen haftanın büyük olayı, kızkardeşim gibi sevdiğim I.nın kınagecesi ve düğünüydü..
Buraya düğünle ilgili foto koymayacağım,
sadece hani size bahsettiğim elbisemin fotosunu ekledim...
mekan Ajia hotelin boğaza bakan tarafının çadırla kapanmış verendasıydı..Soğuk olabileceği uyarısını aldığımız için daha kışlık, dekoltesi az bir kıyafet arıyordum.. ve sürem de çok kısıtlıydı, neyseki bu elbiseyi buldum, ben çok beğendim...
düğün ise çok ama çok güzeldi.. nikahın bile ayakda kılındığı, başından sonuna dans edilen,çaçası, rumbası, tangosu,rum misafirlerden dolayı orijinal sirtakisine kadar her tür dansın yapıldığı, bir düğünden çok hep beraber bir gece klubune gidilmiş havası olan , son derece samimi, aslında kendileri gibi samimi diyebilirim, bir düğündü...
bir ömür boyu mutlu olsunlar, çok ama çok ciciler... şimde de Kübadalar... mmmmmm sanırım en iç geçirdiğimiz, en kıskandığımız yeri burası.. daha fazla bozulmadan şu Kübaya bi gidebilsek biz de..
ay!konu dağıldı...
bitti..


ve cumartesi akşamı... evlilik yıldönümümüz..

kremalı mantarlı makarna, artan mantarların içine kaşar, yanına 1 şişe şarap...
sağlığa ve birlikteliğe kaldırılan bardaklar, erenin meyvesuyu dolu şarap bardağı da aramızda...

eren uyuduktan sonra da bu gece için seçilmiş filmimiz "Barcelona"..

tablo gibi sahneler...

yalın anlatım...

amerikan kültürüyle böylesine inceden dalga geçiş.. lacoste tshirtü, elinde starbucks kahvesiyle bir amerikalı erkekle nişanlı kızın terazisinin diğer tarafında tuvalinin önünde önü açık kırmızı gömlekli, tutkulu, romantik bir erkek.. bir tarafda konular hdtv, dekoratör, mobilya vs.. diğer tarafda dinletiler, sanat, yaratıcılık, doğallık...


bu dünyaya kendini kaptırmamış insanların aşkları da bir başka olabilir tabi, bu nedenle bir ara 3lü bazı sahneler bile var, ama batmıyor işte..:)

ne de olsa bu dünyaya kendini kaptırmamış birinin elinden çıkmış film , Woody Allen'dan bahsediyoruz,rica ederim:)...




kadıköy



kadıköydeydik cumartesi..

kadıköyün ara sokaklarını çok ama çok seviyoruz...

hava özellikle puslu ve gri olmalı..

balıkcılar sokağına girdiğinizde muhakkak kovaların içinde oynayan balıkları görmelisiniz..

bir yerlerden kokoreç kokusu gelmeli burnunuza..

kitapcılara girip çıkmalısınız...
bir kitapcının üst katındaki cafede oturmalı, aldıklarınızı sevmelisiniz..

çicekcilerin önünde durmalı,
sokak çalgıcılarını dinlemelisiniz uzun uzun...
sokak aralarında yürümelisiniz boş boş..
"tuhafiye"leri, "züccaciye"leri bilirimisiniz, carrefourlara,boynerler inat oradadırlar,
kapılarının üstünde çıngırakları vardır,
çıngırak sesini duymasıyla ilgi alakası başlamıştır dükkan sahibinin..
girmeli oralara havlulara, örtülere, işlemelere dokunmalısınız keyifle..
"çiya" ya girmelisiniz tok bile olsanız...

karnınız tok olsa bile, gözünüzün görmesi için belki sadece...
kasapların, mandıraların önünde bekleşen kedileri sevmelisiniz..
müzik marketlerden gelen hoş nameler eşliğinde...


birgün mutlaka kadıköye gitmelisiniz....

Perşembe, Şubat 12, 2009

11 yıl sonranın 14 şubatına...

yarın tüm aşk sözcüklerinin, öpücüklerin, güllerin havada uçuştuğu bir gün olacak...

kimileri belki daha 2 gün, bilemedin 2 ay önce tanıdığı ama aşık olduğuna onu ne kadar sevdiğini söyleyecek...

kimisine söylemek de yetmeyecek haykıracak....

bunların bazıları bir ömür boyu beraberliğe gidecek,

yarın yaşayacakları o buram buram romantizm kokan geceyi , yıllar sonra anabilecekler birlikte...

kimileri ise yıllar sonra hatırladıklarında kekremsi bir tat hissedecekler boğazlarında, ürperecekler, adını bile anmak istemeyecekler yarın gecenin...

kimileri belki yarın gece evlenecekler, sevgililer gününü kendilerine özel hale getirecekler böylece...

aynı bizim yaptığımız gibi...

ve onlar, aynı aşkla , sevgiyle , tutkuyla devam ettirebilirlerse eğer....

ve hatta birlikteliğin sadece iyiyi, güzeli paylaşmak değil; acıyı, paniği, üzüntüyü de paylaşmak olduğunu çözebilirlerse

ve bu yükü taşıyabilirlerse birlikte , bizim gibi, 11 yıl....

hele bir de "bir can" la taçlandırdılarsa bu emeği,

bizim kutladığımız gibi de kutlayabilecekler yarın geceyi işte...

evde, sadece "can"larını da yanlarına alarak, hiçbirşey yapmayarak, birlikte olduklarına şükrederek kutlayacaklar.....


bizim gibi...

Çarşamba, Şubat 11, 2009

o gün, arabanın camlarını kırıp çocukları çıkardıklarında bütün eşyaları içeride kalmış... dün de okula gitmediği için ve biz gittiğimizde aklımızda bu detay hiç olmadığı için çantamıza, dosyamıza bugün kavuşabildik.
okulların açıldığı ilk gündü ve öğretmeni çok içten bir yazı yazmıştı.. "keyifli ve bol dinlenmeli bir tatilin ardından birbirimize kavuştuk" diye başlıyordu yazı......
yine çok kötü oldum, durup durup ağlıyorum 2-3 gündür..içimde bir sıkıntı, üstümde bir ağırlık var.. geçmiyor bir türlü...bir yandan da Eren hiçbir şey hissetmemeli.. "normale dönün" diyor pedagog 2 gündür...kolay sanki...
bügün kaza tespit tutanağını ve ekinde de kazanın krokisini göndermişler... bakakaldım krokiye.. oysa anlatılmıştı aynen böyle.. ama biri oturup bu tır, bu orta bariyer, bu sizin araç diye kare kare kutucuklar çizince ben de arka sırada oturan sarı saçlı mavi gözlü çocuğu resmen gördüm içinde...adım adım çizilmişti olay... önce aşmış bariyeri, şu kutuya çarpmış, sonra bu kutuya, sonra da sizin kutuya... orada öylece bir kutu oluvermiş bizim servis, içindeki 9 can yok ortalarda... kutucuklar işte, öylesine...
abartmıyorum, ruhum gitti o ana... kopamadım resimden, gözlerim yapıştı kaldı...
toparlanmam zaman alacak sanırım...

Salı, Şubat 10, 2009

aklın durduğu, sözün bittiği yer

gerçekten varmış...



dün akşam saat 17:00 sularında odamda 2 genel müdür yardımcısı , hararetle bişeyler tartışırken cep telefonum ısrarla 3-4 kez çaldı, her seferinde kırmızı tuşa basıp kapattım, birazdan ararım diye göz ucuyla numaraya baktım... 2 tanesi bilinmeyendi, biri bakıcı bayan, en son da kocişko... şüphelendim ama konunun bitmesine de ramak kalmıştı. 2 dakika sonra onlar çıktılar ben K.ı aradım.. bana erenlerin servisinin kaza yaptığını, onu da okuldan aradıklarını, başka da bişey bilemediğini söylüyordu... benden servis şoförünün numarasını istiyordu, istiyormuş yani... benim beynim zonkladığı için, kulaklarım uğuldadığı için duyamadım... telefonu öylece kapattım, soförü kendim aradım,

nerdesiniz siz? ben erenin annesi... diyebildim

merak etmeyin, erenler gataya götürüldüler, iyiler...

siz nerdesiniz? eren nerde? ereni telefona verin??

ben karakoldayım

hostes nerde? eren nerde? ereni telefona verin??

hostes başka hastanede..

erenleri kim götürdü gataya? kim var yanlarında? ereni telefona verin??



ERENİ TELEFONA VERİNNN....



tek istediğim erenin sesini duymaktı, her sorumun sonu buydu, delirmek üzereydim...



ağlamaya başladım...



bildiğim tek servis arkadaşının annesinin telefonunu çaldırdım, o kadın da ağlıyordu, o da anlamamıştı ne olduğunu, onun eşi de yola çıkmıştı gataya gidiyordu....



okulu aradım, müdür, müdür yardımcısı hepsi yola çıkmıştı... cebini aldım... aradım...

"merak etmeyin, bişey yokmuş , kontrol ediliyormuş hepsi tek tek... birazdan oradayız biz, size haber vereceğiz" dedi müdür de...



eşim de çokdan yola çıkmıştı...



aradaki zamanda ne yaptım bilmiyorum, sadece inanmak istedim "iyilermiş" sözlerine...



20 dakika sonra sesini duyduğumda ise herhalde bi 10 yaş yaşlanmıştım... içim tükenmiş, aklım durmuş, söyleyecek hiçbir sözüm kalmamıştı , "şükürler olsun" dan başka.....


şükürler olsun.....


çünkü gerçekden nasıl kurtulduklarını anlamak çok zor.. ayrılmış yoldan bir tır karşı yola bariyerleri aşarak geçiyor, erenlerin servisinden önce 2-3 arabaya çarpıyor ve en son bizim servisimize çarpıp duruyor. Servis aracı kullanılamaz halde, hostes ablanın bacakları kırılıyor, çocuklarda bişey yok!!! inanılmaz bir mucize!...

kapı sıkıştığı için pencereler kırılıp tek tek çocuklar çıkarılıyor, ambulans çağırıp çocuklar hastaneye götürülüyor.. hep çevredeki insanlar ve servis şoförü yapıyor bu işleri...

ve bizim bu olaylardan neredeyse yarım saat sonra haberimiz olabiliyor...veliler, okul müdürü vs. hastaneye ulaşıncaya kadar çocuklar kah ağlıyor, kah birbirlerine destek oluyorlar.. bunu da sonradan öğrendik, eren kaç arkadaşının elini tutmuş kan alınırken, kaçına koçluk yapmış, korkmayın birazdan anneniz gelecek diye.... sabah okulun pedagoguna gittiğimizde , ve eren yarın gelebilecek, kendisiyle bir kaç gün konuşacaksınız değil mi dediğimde, bu haberler çokdan ona ulaşmıştı, olaydaki metanetinden dolayı takdir bile toplamıştı şimdiden...

akşam geç saatlerde ereni alabildik hastaneden, bütün kontrolleri yapılmadan vermediler.. ufak morluklar var vücudunda, hep emniyet kemerlerinin takıldığı yerleri ağrıyor çocukların...

sen ne kurtarıcı bişeysin EMNİYET KEMERİ!! lütfen etrafınızdaki herkesi bu konuda uyarın, kendiniz dikkat edin! kemerleri olmasaydı neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum......

Çarşamba, Şubat 04, 2009

subat tatili

Bu ilk Subat tatilimiz.. Eren evde sepet gibi oturuyor, her akşam yarın bana şöyle bir resim yapsana, kessene yapıştırsana desem de, yanında bir ayak uydurucu olmayınca, yarım saat faaliyetle geçiyor, kalanı laptopdan, tv.ye, tv.den psp.ye şeklinde, son derece içeriksiz ve sevimsiz geçiyor bana göre...

kendimi hiç iyi hissetmiyorum..

çalışmasam gösteririm ben ona bilgisayar oyununu, tv.yi ama; başında babaanne, ekranda derya baykal ve etrafında 10 tur atasıca:) yün iplikleri olarakdan baygın baygın tv.ye bakarken, Ereni de kim raptu zapt altına alabilir ki sorarım size..:) beklentim de yok tabi onlardan bu anlamda, yemek konusunda mızmız oğlumun karnını doyursunlar, sevsinler ,okşasınlar, yeter derim..

ama seneye 15 tatil kork benden.. boşuna anneler o kursdan bu kursa bu çocukları taşımıyorlar yaz demeden kış demeden.. evde boş boş oturan çocuk annede kaşıntı yapıyormuş, şimdi anladım..:)

Salı, Şubat 03, 2009

aile ilişkileri

dün akşam üzeri kayınvalidemler geldi, size hiç onlarla olan ilişkimden bahsetmişmiydim?.. ben tam 12 yıllık bir gelinim..:P
şimdi duyacaklarınıza şaşırabilirsiniz, belki de benden beklemezsiniz vs.
12 yıldan beri eskişehir'e her gittiğimizde kayınvalidemlerde kalırız, annemlerin de orada yaşadığını düşünürseniz, 12 yıl ritüele saygı anlamında önemli bir zaman dilimidir..:)
kayınvalidemler bize 3-4 ayda 1 hafta kalmaya gelirler, normalde yemekden sonra hazırlanacak sıcak içecekler konusunda dakikalarca kocişkoyla paslaşıp, çoğunlukla çayı demleme, kahve yapma işini eşine yıkan, ayaklarını pufa uzatıp kımıldamadan dergi,gazete okumaya bayılan ben , onlar buradayken akşam işden geldiği gibi mutfağa girip, kayınvalidemin hazırladığı ana yemeğin yanına salata, pilav, tatlı vs. detaylarıyla uğraşır, şık sofra hazırlar, toplar, çay kahve servisini yapar, kociskonun babasının hem ince belli bardak sevip, hem çayı çok sevip, hem de 1 dakikada çay bitirmesine hiç bir mızıldanma yapmadan ( buraya yazıyorum diye mızıldanma sanmayın, konuyu başka yere getireceğim..:)) mutfak salon arası mekik dokuyup , yatma saatine kadar hoş sohbet edip, muhakkak onları bir yemeğe, bir boğaza götürmeye dikkat edip , gelinliğimin hakkını sonuna kadar veririm..:))

bayram, seyran, kandil,doğumgünü, evlilik yıldönümü vs. atlamam..:)

hoş sürprizler yaparım, bazen güzel bir yazı, bazen yurtdışından bir kart vs.

peki ben bunları niye yaparım?

a. e zaten normali bu, siz bir ailesiniz (siz öyle sanın, etrafımdaki birçok insanın eşlerinin aileleriyle aralarında korkunç resmi, soğuk, sevimsiz diyaloglu ilişkileri var)

b. herhalde geç evlendin, pek bi kıymete binmiş (bilemediniz, 24 yaşında evlendim,şimdi bu yaşda evlenenlere sübyancı gözüyle bakıyorlar..:)

c. kociskon diyosun ama sert bir adam herhalde, ee korkudan tabi... ( tahtaya vuruyorum ," lokum "desem..:), kaldı ki sertliğin en son sökeceği insanlardan biri benimdir..)

d. ekonomik bağımsızlık sorunun mu var, ya da aile zengin herhalde.... ( elektronik mühendisiyim, ve allaha şükür her daim iyi kazandım.. aile de emekli subay ve onun ev hanımı eşi)

peki ben neden 12 yıldan bu yana saygıda kusur etmemeye, kendi annem babammışcasına hoş tutmaya çalışıyorum bu insanları?

1. kociskomu çok seviyorum, onu üzmek istemem..
2. O da benim aileme çok saygılı, sevgili..
3. çat kapı gelmezler, sormadan birşey yapmazlar, fikrimizi alırlar..
4. oğlumun düzgün ilişkileri olan bir ailede büyümesini çok arzu ederim..

demem o ki, herşey karşılıklı saygı ve sevgiyle gidiyor bu dünyada.. ama herşeyi görüp, herşeyi duymaya meyilliyseniz nasıl nasıl bir sorun çıkarabilirsiniz...

bir kadın olarak kariyerli, mesleğinde başarılı biri olmayla; bağımsız, örf, adet ve geleneklerden uzak olabilme hakkını bağdaştırmaya çalışma hatasına düşmeyin..evlenmezseniz tamam, ama evlenirseniz hem eş, hem de zaman içinde anne oluyorsunuz.. bu sıfatlar doğasında bir takım geleneksel öğeler barındırıyor... hayır ben illa postmodern olucam derseniz de bu sefer emin olum içten içe ya eşinizi çok üzüyor ve uzaklaştırıyorsunuz, ya da çocuğunuzu sıcak bir büyük aile kavramından mahrum ediyorsunuz...



son not, valla da billa da bunları bir erkek annesi olduğum ve ileride aynı saygıyı, sevgiyi beklediğim için yazmıyorum..:)))

Pazartesi, Şubat 02, 2009

geçen haftasonu..

birgünde bu kadar yazı yazılır mı demeyin, yazılıyor.. yazılamayan günlerin acısı çıkıyor..
canım siz de hepsini bir kerede okucam diye zorlamayın kendinizi, bünyeyi rahat bırakın, zamana yayın..:))

15 tatile bir telaşe girdik, öyle de gidiyor, eksik etmesin...

tatilin başladığı cumartesi Ankara'dan Nazlimolar, Amsterdamdam'dan zuzular hep beraber istanbulda buluştuk... Nazlılar bize geldiler....güzel bir cumartesi sabahı kahvaltısında buluştuk.. zaman sınırlıydı, zuzu 1 haftaya o kadar çok şey sığdırmaya çalışıyordu ki... 3 saatin içine görüşemediğimiz ayların, hatta nazlı ve arzunun yıllarının özetini sıkıştırmaya çalıştık.....



ben bir gece önceden hafif ucubemsi karne pastası ..:) ve patatesli börek yaptım.... arzu da bir dünya pelit pizzacıkları, eklerler vs. getirmiş... kahvaltıdan sonra 2 gün boyunca nazlılarla bunları yiyip bitirmeye çalıştık, bitiremedik..:)


çocuklar çok özleşmişler yine... nasıl hoş sohbetleri var, bazen kaptırıp gidiyorlar, bazen kapı arkasından dinleyip dinleyip duygulanıyoruz anlattıklarına...


özlem gidermeyle, dostlukla, sohbetle geçen bir haftasonuydu...darısı yenilerinin başına diyelim..





gazete bağımlılığı

gazete bağımlılığı garip birşey... yıllardan beri, baba evinden bu yana, evimize hep Hürriyet gazetesi girmiştir...
köşe yazarlarıyla sorunum olmadı hiç ama sahibi ve genel yayın yönetmeniyle arada bir takışıyoruz... göz göre göre yalakalık, göz göre göre sümen altı etme, bazı fikirleri zorla yedirme huyları var... bazen dozunu daha da bi kaçırınca, protesto ediyor ve almıyorum... en sonu sanırım 1,5-2 yıl önceydi.. almadım gazeteyi, o ara başka gazeteler almaya başladım, ama öyle bir eksiklik, bir gariplik oldu içimde anlatamam...
hergün aynı cümleyi söylüyordum Fatih'e(apartman görevlimiz)..

-abla ne alıyorum gazete?
-kızgınım çok hürriyete , radikal al, milliyet al.. vs.

sanki söyledikce içimdeki eksiklik azalacaktı..:)

ama olmadı , bir cumartesi sabahı canım nasıl "cumartesi eki" çekti anlatamam... :) geceden başka gazeteler istediğim için sabahın köründe apartman görevlimizi cebinden arayıp "hürriyet de al" dedim... kapıya bırakmıştı sağolsun, ilk karşılaşmamızda da lafı yapıştırmıştı,
-hayırdır abla, proteston çabuk bitti..:)

ama o günlerin bende en güzel kazanımı Radikal gazetesi oldu, hele RADİKAL İKİ... bu eki pazartesi sabahı servisde okumaya başlıyorum, neredeyse perşembe gününe kadar devam ediyor...

serbest kürsü burası.. herkes yazabiliyor... ilk günlerde aslında ne kadar demokratik olduğunu test etmiş gibi çarpılıyorsun, aslında çok da demokratik olmadığını farkediyorsun, kendini tanıyorsun...

ama almaya devam ediyorsan gazeteyi, bilki kendini eğitmeye de başlıyorsun..

hatta evde Radikal iki tartışmaları yaşanıyor bol bol.. bazen sesli okuyoruz bir yazıyı... alıp başını gidiyor konu dakikalarca...

binbir renk, binbir kültür mozaiği ülkemizi anlamak için sadece bizim gibi olanları okumak yeterli değil, o zaman sen ben bizim oğlan, birbirimizi gazlayıp gidiyor oluyoruz..
başkalarına da kulak vermeliyiz, hem de çokca ve sıkca...
bu günlerin aydınları ve geleceğin aydınlarını yetiştirenleri de bizler değilmiyiz?
bizleriz....

emekliliğime sayılı yıllar kaldı..:)

hani 3 gün tatile çıktım ya, bunun bir günü ameliyatla geçti, ama size bişey söyliyim mi, o 2 boş günde istanbul gerçekden çok güzel geldi gözüme, çok daha sakin, yollar rahat, trafik yok, kafeler üstüste değil, kitapcılar da saatler geçirilebiliyor...
beni bilen bilir, çalışmadan yaşayamam derim hep ben, ama yani... yaşlanıyormuyuz neyiz, bu sefer çok hoşuma gitti bu aylaklık hali yaa...
akşam da bir arkadaşım bizdeydi, bankacılıkdan ayrıldı, kendine iş kurdu, saatleri daha esnek, keyifli de bir konu zaten.. o da akşam üstüne tuz biber ekti bu duygularımın, iddiasına göre bugün işi bıraksam bir ay içinde başka bir hayata adapte olabilir, 2. ay tadını çıkarmaya başlayabilir, hatta 3 .ay beni arayıp "dükkana gelsene yardıma" dediğinde çok işim olduğunu söyleyip ve gerçekten de o kadar işim olup gidemezmişim bile yanına...:)))

az önce ne kadar emekliliğim kaldığına baktım, hala etkisindeyim sanırım...:) prim gün sayımın dolmasına 4 yıl, yaş emekliliğime ise 15 yıl varmış..:))))

15 e yuh! diyor.. 4 yıl sonra belki primimi kociskomun dışarıdan yatırmaya devam etmesi veya benim kendime şirin, küçük bir işyeri açarak devam ettirme hayallerimle yazıma son veriyorum..:)))

ameliyat maceramız


bu arada merak edenler için Eren'in geniz eti ameliyatı çok başarılı geçti....geçen çarşamba sabah 7:30da hastanedeydik.. pıhtılaşma testi yapıldı önce, arkasından erene ameliyat önlüğü giydirildi, ayısık desenli felan yapıp sempatikleştirmeye çalışmışlar, ama yüzü yine de soğuk bu meretin tabi..
erene benden rahat ayrılabilmesi için sedatif etkili bir iğne yapıldı, iğneden 2 dakika sonra ereni görmenizi isterdim, çocuk bir yetmişlik içmiş gibi oldu..:))) gülüyor durmadan , anne öpüjeeemmm seni diyor, dur bi dans ediyim diyor ama kaput tabi, kolunu bile kaldıramıyor... derken yatak geldi, öpüş koklaş ayrıldık... zaten buraya kadar olan kısmını ben erene anlatmıştım uzun uzun.. yani aslında o iğnesiz bile cesurca giderdi bana göre... ama tabi dönüşü ben de çok bilmediğim için çok da bişey anlatmamıştım... 40 dakika sonra yarı ayılmış olarak geldiğinde burnundan sürekli kan geliyordu, kusuyordu ve ağzından da kan geliyordu, ve korkunç yüksek sesle ağlıyordu, çok irrite olmuştu... doktor bana " sarılın, sakinleşsin" diyordu ama eren bana kızgındı, söylemediğim bişey olmuştu.. o kadar alışmıştı ki benim söylediğim şeyleri yaşayacağına, söylemediğim için kandırılmış hissediyordu kendini, kendine ne olduğunu anlamaya çalışıyor, ben sarılmaya çalıştıkca itiyor " git sen buradan "diyip "anane bana ne oldu" diye soruyordu defalarca.. böyle bir 20 dakika geçirdik, çok moralim bozuldu benim de..... çocuğumun güvenini zedeledim sandım... neyseki yarım saat sonra sakinleşti, kanama azaldı ve uyuyakaldı.. uynadığında 2 saat önceki tepkilerini bile hatırlamıyordu... ama hastaneden ne zaman çıkacağımızı sordu defalarca, elindeki serum girişine taktı, çıkarttırmak istedi.. kitap okurak vs. saat 15:00 i bulduk ve çıkışımız verildi...
bu arada çıkan parçaya hiçbirimiz inanamadık, küçücük adamdan burnundan büyük bir parça çıktı, doktorumuz bile bu kadarını beklemiyordum dedi...:)
hızla ama hızla iyileşti eren, sürekli burnunu kontrol ediyor, tıkalı olmadığı için çok mutlu oluyor...
erenin bir şekilde burnu hep kapalıydı, hep akıntılıydı, serum fizyolojikle yaşıyordu neredeyse, ya da okyanus suyuyla...
doktorumuzun dediğine göre eren burnunu yeni kullanmaya başlayacakmış ve burnundan nefes almaya başlayınca 5 mikrona kadar olan bütün mikropları burnu filtre edeceği için çok daha az hasta olacakmış..
hadi inşallah diyoruz..:)

indirim delisi olduk..

bu hafta içinde çoook sevdiğim arkadaşım, aile dostumuzun biricik kızı evleniyooorr.. perşembe akşamı kına gecemiz var..burada ... cumartesi akşamı da düğünümüz...burada...

cumartesi sabah yatakdan fırladığımız gibi Ereni ve annemi alıp kızkardeşe gittik.. hazır kahvaltı sofrasına.... birazdan gece elbisesi denicem, göbeğim çıkmasın felan demeden, ne varsa yedik bitirdik bir çırpıda.. :)
ve yine son hızla fırladık evden kociskoyla.. ayy dedik, süper oldu bu, bizim sıpa yok, saat çok erken, heryer sakin.. ama hava soğuk, bu nedenle cadde fikrinden vazgeçip carrefour, paladium, nautilius üçgenini seçtik...
arabayı parkettik ve hani carrefourun içindeki boynerin dışarıdan bir kapısı vardır, oradan girdik, o ne!!! korkunç bir kalabalık, böyle alakasız bir derme çatma kasanın önünde bir kuyruk , tam girişin orada... ikimiz de birbirimize bakıyoruz şaşkınca , saat daha 10:30 yahu! valla çıktı çivisi bu istanbulun dedik o an...
meğer efendim, boynercik o gün %50nin üstüne bir %50 daha indirim yapmasın mı?? kozmetikde bile!.. insanlar zıvanadan çıkmasın mı? çıkmışlar....
tabi biz de zıvanadan çıkanlar kervanına katıldık, amaç aslında oradan sadece kendimize ayakkabı, kociskoya takım, kravat vs. bakmakdı.. kopmuşuz... 1 saati geçkin bir süre geçmişti, kına ve düğünle ilgisi alakası olmayan çal, çaput ne varsa elimizdeki poşette, attık kendimizi oradan...
bir kahve molası ve palladium' a uzadık ardından.... herhalde bir 10 elbise denemişimdir... artık fenalıklar geldi, allahdan akıl edip tek bir fermuarla üstümden düşen bir elbise giymiştim, bir de topuklu ayakkabım da elimdeki çantada, hooop soyunuyorum, kıyafet üste, ayakkaplar ayağa , aynanın karşısında... rüküş oldum.. spor oldum.. genç işi oldu... çok ağır kaldı vs. derken ne olduğuna bir türlü karar veremediğim ayaklarıma kadar uzanan, siyah üstü versace şal desenli bir elbisede karar kıldım, fotosu yok şimdi.. ama sonra size hem kına hem düğün gecesinin birer karesini göstereceğim...
ay bilmiyorum umarım güzeldir... pişti olmamak için mümkün olduğunca butik bir yerden almaya çalıştım.. Random adında bir mağaza...
perşembe gecesi için de massimo dutti(adı da bir garip ama) den slinky bir pantolon buldum, üstüne bir tunik, bele kalın bir kemer, üstüne de koyun postu(valla bak! polo garage da koyun postunu yelek , şal vs. yapmışlar..:) umarım peta üyesi biri yoktur düğünde, ya da ne biliyim vejeteryan felan.. istermisin bana yumurta atsın orada, protesto kabilinden..:))))
çok yorulmuşum...
pazar günü anca dinlenebildim...