Pazar, Kasım 30, 2008

güzel bir pazar günü

önce çok da ciddiye almadık.. bir ben kafamı uzatıyordum balkondan, bir koray...çok güzel bir hava, ama bu mevsimde güvenilmez pek bu havalara.. kaç kere bizi kandırmıştır, yola çıkarıp, heyecanlandırıp, sonra da yarı yolda bırakmıştır..
dedik..
ama ısrarla güzel hava..
kahvaltı bitti, herkes bir köşede gazetelere gömüldü ama
ikimizin de gözü dışarıda, aklında bu güzel havayı kaçırmamak varmış...
ki bir anda giyindik, hazırlandık ve kendimizi bostancı iskelesinde bulduk.. yolculuk Büyükada'ya..:)
en erken vapur yarım saat sonra... olsun, iskelenin orada beltur çok güzel bi cafe açmış... ince belli bardaktan çayla açılışı yaptık...


İstanbul'un pazar karmaşasına inat, adada inanılmaz hoş bir sakinlik var.. sokaklarda üç beş turist, üç beş ada sakini,kiralık bisikletlerle adayı turlayanlar...



faytonların tıkırtıları, içinde ellerinde waffleları, dondurmaları, dizlerinde ince battaniyeleri ile insanlar...
fonda açık tek tük dükkanlardan birinden gelen yunan müziği..


adanın miskin, keyifli, biblo gibi kedileri..

karşımızda istanbul manzarası,içilen buz gibi biralar, çıtır çıtır kalamar, midye...

başbaşalık, sakinlik..

fırsat bulduğunuz ilk anda Büyükadayı mevsimi dışında da ziyaret edin... "insansızlığa duyulan önlenemez ihtiyaç" diyoruz biz buna..:) 12 milyon bir arada yaşayınca az insan bir şeyi yapıyorken kendimizi çok daha iyi hissediyoruz... size de adanın bu daha insansız, daha doğal , daha yalın halini görmek çok iyi gelecektir, eminim....





Perşembe, Kasım 27, 2008

şöyle olsa, böyle olsa.. yla olsa...

bu koşturmacanın içinde, biri bana 6 ay dur dese, dur ve sadece ne yapmak istiyorsan onu yap..
hele ki sabah yataktan kalkmanın bu kadar zor olduğu kış mevsiminde dese bunu,
canım istediği zaman yataktan kalksam,
sakin ve telaşsız kahvaltı etsem,
sonra da şu listeden hergün en az 1-2 film seçsem, filmler bitince yanına tik atsam,
sonra da
yapacağım tek iş, akşam için güzel bir sofra hazırlamak olsa,
bunu da sevdiğim bloggerların tariflerinden yapsam
acelem olmadığı için de tariflerin en kazıklarını seçebilsem
fonda da mp3 favori listem hep ama hep çalıyor olsa,
fena mı olurdu yaaa....

Cumartesi, Kasım 22, 2008

dostuma

kardeşliğin bendeki tanımı her koşulda orada olduğunu bilmekdir... öncelikler değişse de, araya yüzlerce kilometre girse de...
ya da her daim iki dirhem bir çekirdek olmaya çalışmamakdır, neysen ve nasılsan en çıplak halinle görünebilmekdir kardeşlik...
kardeşlik güzeldir, kardeşin gibi bir arkadaşın olması ise büyük bir şansdır..
ben o şanslılardanım işte...zaten kardeş gibi de benziyoru birbirimize, sizce de öyle değil mi?..:)
dostum nazlı nın doğumgünü yarın... iyiki doğdun nazlım, iyiki tanıştık yıllar önce, iyiki bulduk birbirimizi koca istanbulda...

gülen yüzünüz hiç solmasın, her daim mutlu olun..


yeni yaşını yaşarken keyifle, ben de olayım hikayenin içinde...

ve bizim dostluğumuz gibi bir dostluğu çocuklarımızın da yıllarca yaşatabildiğini görelim...onları birbirine emanet edebilelim, gönül rahatlığıyla..


seni seviyoruz Nazlıcım, İYİ Kİ DOĞDUN!!

Cuma, Kasım 21, 2008

haftasonu hediyesi....




o "an", bu"an" işte...

LOSTun 3.sezonunun final sahnesi... son 5-10 dakika... 3 sezon, bilmemkaç bölümdür hep içimden diyorum "allaaam şu cocukcaazlar kurtulsa şu adadan ne güzel olacak, ahh ne yapmalı uçurmalı mı, kaçırmalı mı... ha gayret gidecekler adadan, hoş hepsinin döndüğü hayatlarında sıkıntıları var, ama ada onlara çok şey öğretti , çok mutlu olacaklar".... denizaltıları da patladı, allah seni bildiği gibi yapsın john locke!...

beklenti hep , adadan çıkınca mutlu olmaları yönünde ya, işte o son 5-10 dakika ve final sahnesi... bittik biz, tutunduğumuz dallar elimizde kaldı, forward back yapıldı, meğer bunlar adadan çıkınca bir mutsuz oluyorlar, berbat haldeler... adaya geri dönmek istiyorlar.....

hadiiiii.....

şimdi 4.sezonu nasıl seyredicez, çıksınlar mı, çıkmasınlar mı... doğru ne, mutluluk nerede?.... boşlukda kaldık....





çok sevdiğim bir ailenin kızı, ingilterede okudu, italyada okudu, geldi türkiyede okudu... bir ailenin bir kızı... yediği önünde yemediği arkasında... sanatla içiçe.. bir kütüphanesi, müzik ve film arşivi var, gözlerinize inanamazsınız... canı ne zaman isterse , 2 gün içinde londrada, orda burda... çalıştı bir müddet.. ama tabi bu koşullarda olup da patron kaprisi, mesai arkadaşı dırdırı çekemediğiniden bıraktı hep...hani durup durup özenilecek bir hayat...ahhh ne mutlu ona, mutluluk orada işte...
ama işte dönem dönem o da mutsuz...dertleri var her insan gibi, sıkılıyor hayattan, istediği gibi bir iş bulamamak bunaltıyor onu da....
hadiii...
hani hep çalışmamanın hayalini kuruyorduk, çok para, az kapris, bol kitap,film,müzik,gezme... az stres...
nereden çıktı bu mutsuzluk....
boşlukda asılı kaldım...


2 sene önce işden çok sıkıldım, başka bi iş yapmak istiyorum.... franchise lara bakıyorum... açıp konuşuyorum felan... 300-500bin dolarlar uçuşuyor havada... nasıl olsa boyle bir para yok ya, ahhh diyorum ne mutlu olucam falan pizzacıyı açsam şuraya, kendi işimin başında... bilmem ne kafeyi açsam, kendim de içinde kitaba, gazateye,dergiye gömülsem...
derken, pat diye boyle bir teklif geldi... tuzlada bi yer açılacak, bütün işletme sorumluluğu bende olacak... yine hadiii..... başladım düşünmeye, hergün gidiyorum açıyorum dükkanı, işletiyorum, kapatıyorum.. tekrar tekrar yapıyorum bunu.. kaç yıl, ne kadar? ömür boyumu... hani challenge? bir ömür geçer mi böyle, entrika yok, hırs yok, kariyer hedefi yok, plan yok... aç kapa aç kapa...
yine boşlukda asılı kaldım...

yani demem o ki, senin olmayan şeyler pek bi kıymetli oluyor...

eline geçince görüyorsun ki bi numara yok...

yaşadığın " an" dan daha iyisini arama... keyfine bak....

iyi haftasonları....

Pazartesi, Kasım 17, 2008

İstanbulda nasıl yaşanıyor...

İstanbul'u gözünde çook büyütenler var, durup durup sorarlar, nasıl yaşıyorsun o hengamede, çok büyük, çok karmaşık...
hep aynı şeyi söylüyorum bende...
evet işlerimiz bir şekilde daha uzak , küçük şehirlere göre..
ama onun dışında herkesin kendine ait bir yaşam alanı var, onun içinde de İstanbul dışında hemen heryerde şıp diye bulamayacağınız türden konfor , kalite vs. mevcut..
biz örneğin, Ataşehir'in içinde yaşıyoruz esasen, doktorlarımız burada, okulumuz buraya çok yakın, alışveriş merkezlerimiz palladium, ikea, carrefour, çok yakında optimum...(isimlere de bakınız, ve de aşağıdakilere de..:P)
marketlerimiz yürüme mesafesinde, hepsi genel merkezlerinin dibinde olduğu için maksimum kalite, maksimum müşteri memnuniyeti.. eğlencemiz burada, chicago bulls, northshield, develi, sahan, il padrino, fasıl.. cafelerimize ne demeli.. starbucks, robert's, barneys ki benim favorimdir, hepsi yürüme mesafesinde... sinema, 3 km.lik çember içinde 3 tane... spor için hillside ,ki en babasıdır, dahil 3 spor salonu(gitmesek de görmesek de onlar bizim spor salonumuzdur!!..:),zamanında 2 kere üyelik yakmışlığım var..:) sanat için biraz yol yapıyoruz, Caddebostan kültür merkezi... ama çok yakında yeni bir merkez açılacak, oraya da gitmeye gerek kalmayacak...
bakıyorum herkes bizim gibi, evinin civarında yaşıyor aslında.... ha canımız isterse, 5 dakika sonra( trafiksiz zamanda!) deniz kenarındayız, o ayrı!...:)
geçenlerde bir garip insan evladı söylenmeye başladı yine.. ahhh nasıl yaşıyorsunuz İstanbul'da diye... işte böyle yaşıyoruz dedim ben de...:) (zaten evden uzaklaşınca da çocuk kaybediyoruz, kalsın yani..:)
bu yazı da durup dururken gelmedi aklıma, cumartesi akşamı tiyatrodaydık, Ümraniye sahnesinde... Bu sezonun hemen bütün tiyatrolarına gitmeyi düşünüyoruz... burası da evimize 6-7 km... hoş geçenlerde biletleri almaya çıktım evden, cumartesi akşam üstü ve yağışlı olunca oraya da 1 saatte gidip döndüm ama neyse..:)
yaşar ne yaşar ne yaşamaz a gittik, annem de bizimleydi..tiyatroyu çok sever kendisi.. dekor, oyuncular, oyun hepsi çok güzeldi... müzikaldi aynı zamanda ve canlı müzik grubu da vardı sahne altında... hepsinden güzeli de böyle bir gösteri sadece ama sadece kişi başı 8 liraydı..."Vişne bahçesi" ve "Kırmızı pazartesi"nin biletlerini de aldık bile... siz de şehir tiyatrolarının programına buradan bakabilirsiniz...

Pazar, Kasım 16, 2008

kaybolduk!

yıllarca korktum için için...birgün başımıza gelir mi gelir...biraz da kendi çocukluğumdan kötü bir anım var, 4-5 yaşlarındayken bir 6 saatlik kayıp olayım var, hayal meyal hatırlıyorum.. annem çarşıya giderken, bizi komşulara emanet etmiş, ben de anneme bişey söyleyecektim diye peşine takıldığım gibi hooop kaybolmuşum... artık nasıl salya sümüksem bir amca beni alıp karakola götürmüş, orada da yolu, evimi tarif edememişim, en sonunda babam ve babaannem beni bulmuş, annemse evde karalar bağlamış, kaçırıldım, bulunamayacağım diye...hayal meyal hatırlıyorum, ev ağzına kadar doluydu, annem ağıt tutmuş , herkes de endişeli gözlerle annemin etrafındaydı...
annemle göz göze geldiğimizde annemin daha da tonu yükselmiş bir sesle ağmaya başladığını hatırlıyorum beni gördüğünde.. sevinç de bazen bağırarak ağlayıp gösterilebiliyor böyle işte...
bu konu durup durup anılır evde, annemde de bende de bu kaybolma anısı ufak çaplı bir hasar bıraktı herhalde...:I
bugün İstinyeparktaydık, istinyede bi balıkcımız var, annemi oraya yemeğe götürmek istedik, yarın eskişehie dönecek, dönmeden bi son pazar keyfi yapalım dedik... hazır taaa oralara kadar gitmişken de istinyeparka girip 3-5 alınacak vardı, onları alalım, bir kahve içelim, falan filan... herşey bir anda oldu..
eren yanımızdaydı, koray telefonla eskişehir maçının skorunu alıyordu, biz de annemle bir vitrindeki bir kıyafetle ilgili sadece 20 saniye kadar yorumlaştık, o kadar, maksimum 20 saniye...
ve kafamızı kaldırdık.. koray biraz arkada, eren yok!!!! yok!!!! 360 derece tarıyorum gözlerimle...koray da bir yandan... yok!!!! kalabalık da bir yerindeyiz mekanın.. insanların arasından tekrar tekrar bakıyoruz , göremiyoruz!!... koray bi tarafa doğru koşmaya başladı, ben bi tarafa doğru.. annem dikildi kaldı, kalmış yani, sonra konuşuyoruz, inme inecekmiş az daha anneme, flash back olmuş tabi....koraya döndüm sonra... peşinden koşuyorum aynı yöne.... birden Ereni gördük, kalabalığın arasında hızla gidiyor, nerdeyse koşarcasına!.. ben eren diye bağırıyorum, bi an önce beni görsün diye, eren! eren! herkes dönüp bi bakıyor, eren dönmüyor...
daha hızlı koştu koray, bana da tamam gördük ya bağırma diyor o arada.. akıllım , benim görmem yetmez, onun beni görüp korkusunun geçmesini istiyorum, milisaniye bile kıymetli... ereni yakaladı, babasını görür görmez boynuna sarılıp ağlamaya başladı eren, herşey toplamda 2 ya da 3 dakika.. nerdesiniz diyor durmadan, nerdeydiniz yaaaa diyip ağlıyor...
ben de ona neden o kadar hızlı gidiyorsun annecim, nereye gidiyordun ki dedim... cevabı "hani senle konuşmuştuk ya, üniformalı bir amca bulup senin adını söyleyecektim" oldu... bunu aynen böyle konuşmuştuk, kaybolursa ne yapacağını konuşmuştuk, değişik yerler için değişik planlar yapmıştık... hatta koray da bana "çocuğu endişelendirme demişti, nerde kaybolacak çocuk, hep yanındayız"...
al işte , hep yanındayız, ama 20 saniyede kayboldu.... 3 dakikada 3 yılımız gitti korkudan...
iyiki anlatmışım bunları, çok korkmuş ama en azından bir planı varmış...
allah kimsenin başına vermesin, çok zor...

Cuma, Kasım 14, 2008

nar suyu..:)

hani debelenme dedim ya, işe yaramaya çalışma hali... annelikle abuk mühendislik çözümlerinin bulamacından çıkan bir kare bu...

masanın üstünde hafifce eze eze suyu çıkarılmış nara takılmış pipet...:) tabi havalandırma borusuna da ihtiyaç vardı.. burada görülmüyor, narın arka tarafında bir ince boru daha var.. nar suyunu çektikce onun yerine hava girişinin sağlanması gerekiyor... du en azından...

oldu mu, olmadı tabiii....:) hasta, ateşli çocukcaaz bir yandan da olanca kuvvetiyle nar suyunu çekmeye calıştı, darallar geldi oğluşa... ventili yetersiz geldi.. çocuk 2 gıdımm ancak içti, narı da beni de mutfakda bırakıp odasına kaçtı... neme lazım der gibiydi, her an yeni bir maraza çıkarabilir.. uzaklaşayım...:)))))





dişci olayımız



şükür daha iyiyiz bugün.... her hastalıkdan sonra görüyorum ki , oğluş benden daha metanetli, daha sabırlı...


hani bir gözünün yanını patlatma olayı vardı, 6 dikişlik, burada da yazmıştım, dikiş atılırken o kadar sakin ve sabırlıydı ki, doktor beni odadan çıkarırken, galiba daha iyi olacak diye düşünüp, o yaşda, 4 bile değil, ses etmemiş, gıkı çıkmadan da operasyondan çıkmıştı..


bu cumartesi dişcimizde de yine aynı durumdaydık.. önce onun dolguları yapıldı, iğnesiz, UYUŞTURMADAN, 2 dolgu yapıldı, sadece canı cok acıdığında elini kaldırabileceğini ve disci amcasının da duracağını biliyordu, birkaç kez denedi, baktı sistem çalışıyor..:), bir daha cok zorlanmadıkca kaldırmadı bile elini...inanması zor bence.. o yüzden belgeledim hatta.. ileride de gurur duysun kendisiyle diye...


zira onun arkasından benim de bir dolgum vardı, onu yaptık.. iğne isterim ben diyemedim, utancımdan, sadece "ben de canım acıdığında elimi kaldırırsam dururmusunuz lütfen" diyebildim usulca ve erenden cok daha fazla kaldırdım doğruya doğru.. eren de dinlenme koltuğunda pür dikkat beni izledi... ona örnek olmakdan geçtim, rezil olmama derdine düştüm desem yeri var..:)

Çarşamba, Kasım 12, 2008

39lara vuran ateş, neredeyse saat başı alınan ılık duşlar, bitmek bilmeyen öksürük,yetmeyip tıkanmalar, sabaha kadar soğuk buhar, antibiyotik, ateş düşürücü, burun açıcı ile geçirilen bir gece..
sersem sepelek bir gün..
yayıla yayıla hasta olmaya bile hakkı olmayan çouklar, çalışan anne çocukları...
hızla iyileştirmeye çalışıyorum...
tüm yorgunluğuma rağmen, kafadaki bazı klişeler tırmalıyor beni, gündüz vakti poğaça kokmuyor evim hiç, oğluma bunu da yaşatmaya çalışıyorum aklımca...
kasap et, koyun can derdinde halimiz....
çocuk sevinsin mi üzülsün mi bilemiyor benim evde kaldığıma... hızlı çekimiz evde.. portakal suyunu içiriyorum, 5 dakika geçmiyor, 1 kaşık bal bari yesin diyorum.. annemin her daim dolabımda hazır çorbasını çeviriyor, akşama onu rahatsız etmeyecek bir yemek yapma derine düşüyorum...
benim 1 gün evde kaldım , işe yaramalıyım paniğim, çocuğumu geriyor, görüyorum...
darmadağım mutfağı öylece bırakıp buraya yazıyorum...
ben oturunca, eren yanıma kıvrılıyor, ateşi bile düşmeye mi başlıyor nedir...sakinlik ikimize de daha cok yarıyor...

Cuma, Kasım 07, 2008

taciz aldı başını gidiyor

tabi şimdi adı batsın diyeceğim hüseyin üzmez pedofilisinin yaptıkları yanına kar kalınca,
edebini evde bırakan, ki genelde bi gıdımcık ya var ya yok halde, kendini sokaklara attı... ilk yakaladığı 11 -12likleri de artık nasıl denk geldiyse sıkıştırdı, mıncıkladı, taciz etti....

bu haber ve bu haber ve bu haber ve daha niceleri....

ah gariplerim!ah kaz kafalılarım!.. bu ülkede yasalar önünde hepimiz eşitmiyiz, ah saftiriklerim!..

bazılarımız daha bi yasalar üstü vatandaş, bazılarımız daha vatandaş değilmiyiz, ah aymaz kafalılarım!...

sürünürsünüz içeride işte böyle...sürünün de zaten...

öbürünü de artık allah'a havale ediyoruz, gücümüz bu kadarına yetti....yani yetemedi...yazık!

Perşembe, Kasım 06, 2008

kriz demeyin bana!

kriz kelimesi sinirlerimi zıplatıyor artık.. günde 3 değil, 5 değil, 50kez aynı kelime duyulur mu,duyuluyor işte...
duyulunca sinirler hala laçkalaşmadan durur mu.. durmuyor işte...
iki seferde 60a yakın işci çıkardık, salya sümük, neden ben diyenler.. eşimden ayrılıcam, beni 3 ay sonra gönderseniz diyenler, sorgular ve suçlar gözlerle bana bakanlar,hergün etrafımda.. yüreğim burkuluyor, ama talebe göre işci planlaması da benim işim.... üstelik 3 aydır da sessiz sedasız idare ediyoruz onları.. ama olmuyor işte, çark dönmüyor bu aralar, satışlar durdu, siparişler iptal ediliyor, hergün beklemeye geçtik diye mailler geliyor... ne bekliyorsunuz.. bekledikce daha da derinleşecek... kapitalist düzen tüketmeyi emrediyor, tüketilecek ki üretilecek.. üretilecek ki istihdam olacak... beklenince fena... işci çıkarmaları had safhada , civardaki bütün fabrikalarda da durum aynı... 2009 işsizlik yılı, primler, jestiyonlardan geçtik, survive moduna girdik hepimiz.. bir işin varsa mutlu olmalısın diyorlar 2009 için..
1995de çalışmaya başladım ben, o günden bugüne bu 3. büyük krizim... 1995,2001,2008... her 6-7 yılda bir... şanssız nesiliz biz... 2 adım ileri 1 adım geri.. şimdi bekle ki kriz geçsin, büyüme yeniden başlasın.. seni de yeniden görmeye başlasınlar...
bir yandan da hergün tasarruf tedbirleri..
yıllardan beri kocam her geldiğinde "oooo siz burada prensessiniz yaa, kaldı mı böyle dakika başı çay kahve servisi, hem de ince belli bardak, ince porselenden" derdi.. aradım bugün sabah.. gözün aydın.. otomatlar geldi..:):(
çaycıların işine son..
"fabrika evlerimizden bile temizmiş efendim"... temizlikcilerin yarısının işine son...
bilmiyorum daha neler çıkacak.. hergün yeni bir tasarruf tedbiri..

dün sabah yönetici kademesine detaylı bir açıklama yapıldı... ağızlardan bal damlıyor, 2009 bitik, 2010 tünelin ucu görünebilir, 2011 başı rahatlama görünüyor diyorlar.. o zamana kadar bu kadar işsizin üstüne daha kaç kişi işsiz kalır, bunlar ne yer , ne içer...

trajikomik 2 şey..

devlet dairesinde çalışan bir arkadaşıma kriz, mriz, nolcak, ah , vah dedim... ee ne oluyo ki kriz olunca dedi! boşuna kapısında yatmıyorlar girebilmek için, dünya yansa umurlarında değil...

bir de r.t.e nin dünkü açıklaması.. adam ısrarla 3 diyor, başka da bişey demiyor!... yok ben takarım yakında huniyi... mustafa, h.üzmez, kriz, 3 çocuk derken... takarım , takarım, kesin...

Pazartesi, Kasım 03, 2008

hiç beklemezken...

okulum çağırdı geçen hafta beni... gel bakalım dedi, madem sen mühendislikde 13 yılı devirdin, bir madalyayı hakettin... hazırlandım gittim hemen, madalyamı çok değer verdiğim, çok kıymetli hocam taktı.. çok mutlu oldum...

kaç yıldır görüşemediğim arkadaşlarımla buluştum, kaldığımız yerden devam ettik, sanki dün de birlikteymişiz gibi, sıcak, içten...

neler yaşamıştık birlikte... sabahlara kadar ders çalışmak mühendisliğin kaderiydi, biz de kader mahkumları.. :)


oğlum da çok beğendi okulumu.. yeni kampusumuz çok güzel olmuş.. madalyama takti tabi kafayı.. biraz ben taktım, sonra oğluma geçti..:)