Perşembe, Aralık 27, 2007

2008e 3 kala..

deminden beri 2007 benim için nasıl bir yıldı onu düşünüyorum...

bir kere çok çalıştığım bir yıl oldu, şirketin el değiştirmesi benim önümü çok açtı, elimi kuvvetlendirdi ama bir o kadar da yordu.. bildiklerimi tekrar ettim, doğru olduğunu bildiğim herşeyi ispat etmem gerekti, aynı yoğurdu yememize rağmen yiyiş şeklimiz değişti, bazen kaşığı sadece sağ yerine sol elle tutmak gibi basit bir değişiklik de diyebiliriz ama çoğunlukla sapıyla yoğurt yemeye çalıştığımızı düşünecek kadar farklı deneyimler yaşadım..:)))






bunların tek bileşkesi oldu bende... hayır yorgunluk demeyeceğim... :) deneyim... yeni firma sahiplerimiz de çok klas insanlar, çok değişik yoğurt yeseler de onlardan alabileceğimi düşündüğüm birçok yeni yaklaşım var... fazlası ile faydalanmak lehime diye düşündüm bu 1 yıl boyunca ve bu formatta da devam...


2007 nin kuraklığını hiç unutmayacağım sanırım, hergün yağmur beklemek ve bir tek damla bile damlamadan yaza girmek ve o ruh hali ile geçirilmiş bir yaz... günlük hava tahmini takip eder gibi baraj doluluğunu takip etmek... benim anlamadığım neden %15in altına düşünce birden eteklerimiz zil çalmaya başladı?

bu kış hiç hava soğuk, yağmur yağıyor diye söylenen yok.. allah sevdiği kullarına önce kaybettirir , sonra verirmiş.. bizimki o hesap..:)) herşeyi zamanında ve doğalında yaşamak güzel.. ocakda güneş çok da lazım diil yani, eksik kalsın..:)


veee 2007 nin bence depremi 22 temmuz seçimleridir... Türkiye'nin yeni gerçekleri ile daaann!! diye karşılaştığımız o 22 temmuz akşamını hiç unutamayacağım sanırım... herkes etrafındaki kadar bilir hayatı işte.. ben sağıma bakıyorum aydın, laik, atatürk ilke ve devrimlerine yürekden bağlı insan görüyorum, soluma bakıyorum aynı... ve sanıyorum ki budur durum yani.. tabi farklı görüşler olacaktır ama onlar da ehh işte... derken aynı ülkenin benden farklı düşünen ezici bir çoğunluğu olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayım... 6 aydan beri bu olayı anlamaya çalışıyorum, sosyolojik analizlerini okuyorum(abdullah güle yapılanı haksızlık olarak görmeleri), siyasi boyutunu okuyorum(muhalefetin söyleminin zayıflığı, mahalli çalışmaların yetersizliği), dünya dengeleriyle bile ilişkilerini(din çatışmalarının artması) masaya yatırıyorum... ortaya karışık bir tanım çıkarıyorum ama buradan hareketle bir öngörü yapamıyorum, nereye gidiyoruz, gelecekde ne olacak, biz ne yapabiliriz bilemiyorum....





böyle hatırlıcam 2007 yi işte, 2008den daha güzel şeyler bekliyorum...



aydınlık bir ülke, aydın görüşler...

bereketli topraklar, bol yağmur, dünyasıyla dost insanlık...

sağlık, sağlık, sağlık..

mutluluk, huzur, bereketli kazaç..

en yakınlardan duyulacak süper haberlerin tarif edilmez sevinci...

DİLİYORUM HEPİMİZ İÇİN......





sevgiyle kucaklıyorum hepinizi...

Pazar, Aralık 23, 2007

tatilin ardından..

bu garip bir durum.. hızlı hızlı yaşarken hayatı bazen 1 saat fazladan evde kalsam ne yapacağımı, elimi nereye koyacağımı şaşırıp, bi koltuğun köşesine ilişip o 1 saatin geçmesini ve işime ve rutinime dönmeyi bekler bulurum kendimi...


şu 9 gün boyunca ise o kadar alıştım ki evime(okuyunca bir garip laf ama böyle işte), yarın işe gitmek, ortamıma dönmek bi garibime gidiyor.... tüm aile bir aradaydık bayram boyunca.. annem, babam, bütün kız kardeşlerim, damatlar, çocuklar, kocaman bir aileydik..duru kızımızın yeni yeni farkettiği cinsiyetinin keyfini sürdük.. bizi o kadar eğlendirdi ki, canım kuzum benim..


eren o kadar mutluydu ki... hep böyle kalsak, ben hep evde, tüm aile hep bir arada...

sabahları uzun kahvaltılar yaptık, kahve keyifleri yaptık, fallar baktık...


gruplaştık bazen, bir sarıyere gittik balık yemeye, bir ismet babaya gittiler gençler babamlarla, ama hep bir yerlerde buluştuk...filmler seyrettik, demlik demlik çaylar içtik...uzun uzun sohbetler ettik....ve bitti birlikteliğimiz...



bu gece dönüyor babamlar eskişehire, bizi de yarının telaşı aldı, yarın yeni bir işe başlıyor kocişkom, çok heyecanlıyız.... o 7 yıldır, ben 10 yıldır aynı şirkette çalışıyoruz.. şimdi bu yeni iş, yeni ortam, beklentiler, tedirginlik... yine hiç belli etmiyor eşim ruh halini, ama ben anlıyorum yüzündeki çizgilerden...ama olacak, çok güzel olacak...


ben de aslında gerginim..:), yarın nasıl çalışıcam bunun tedirginliği var üstümde... hala çok sağlıklı değilim, çok çabuk yoruluyorum, tam dik yürüyemiyorum....bakalım yarını nasıl geçiricem....


neyseki salı günü de eşimin ailesi geliyor, onlar gelince de çok rahat ediyorum ben... eren de evin idaresi de benden çıkıyor.... yeni yıla birlikte giricez onlarla...yeni yıl ağacımızı da kurduk hep birlikte, eren bu sene bayağı aktif rol aldı süslemede, azimle çalıştı bitirinceye kadar...




24 aralık pazartesi....seni bekliyoruz canikom..buyur gel hadi, gel....

Salı, Aralık 18, 2007

eve dönüş

evime döndümmm....

bunlar da moral çiçeklerim.. iyiyim, çok iyiyim...



Cuma, Aralık 14, 2007

parmaklıklar ardında

bu kadar çok ve bu kadar da kaliteli dizinin olduğu bir dönemde kendine ambargo koyabilmek bence başarıydı... başarıydı diyorum çünkü bu sene hiçbir diziye yüz vermeyeceğine söz veren bendeniz dün akşam öylesine açtığım bir kanalda, kibariyenin şarkısını duyup, ammmaaaann arabesk arabesk bir dizi başlıyo sanırım diyip, sonrada öyleeece çakılı kaldım televizyonun karşısında....daha doğrusu önce kanal açıkken biz sohbet ediyorduk eşimle..arada ikimizin gözü de tv.deymiş, sonra sustuk ve sadece seyretmeye başladık...

parmaklıklar ardında dizinin adı...




cezaevindeki kadınların hayatının üzerinden sistemin işleyişi, güçlü olanın ayakta kalışı, raconlar vs. anlatılıyor... kimi gerçekten suçlu, kimi şanssız, bahtsız... karakterler güçlü, oyuncular da... selda alkor, serra yılmaz, devin çınar...


dizi bitince , samimi olarak allah düşürmesin dedik ikimiz de, niye düşesin ki diyebilirsiniz, ama diyelim bir anlık dalgınlıkla %100 hatalı bir trafik kazası yaptınız ve birini öldürdünüz... al işte...

paranoya yapmışım di mi... öyle oldum ben işte... acı ve acıklılık eşiğim inanılmaz düştü, anne olduktan sonra mı, yaşlandıkça mı, zaten ortada çokca acıklı uyaran olduğundan sepetim dolduğundan mı bilmem, çok etkileniyorum herşeyden...

durum bu yani, artık beklersin karamelize perşembe akşamlarını, düştün ağına sen de dizilerin..:)

ezginin günlüğü


kardeşim serap geçenlerde bizdeyken mp3 playlistlerime şöyle bi baktı ve abla sen çok şey kaçırıyorsun diyip, ezginin günlüğü çeyrek elma yı yükledi bir çırpıda... kitlendim kaldım...

gece gündüz dinliyorum bu albümü.. hele sezenin bi sigaramın dumanına sarsamı var... yok böyle bişey..


rahmetli barış akarsu da leyla'yı seslendirmiş, içim çok buruldu izlerken...
Ezginin günlüğünü çok severim zaten, radyo yıllarımızda her programda en az bir şarkısını çalmazsak programı olmamış sayardık...bu albümde onların 25. yıllarına ithafen 25 yorumcu 25 şarkısını seslendiriyor, dinleyin siz de derim...

Salı, Aralık 11, 2007

son durumlar

geçen sene yapmışım 2006 yılının genel bir değerlendirmesini, demin baktım, hoşuma gitti.. bi ara 2007yi de masaya yatırayım diyorum.. ama o zamana kadar hani biraz yavaşlasa dediğim hayatımızın hızı hakkında ufak notlar geçeyim dedim...:)

eren 1 ocakdan itibaren 5 yarım gün gittiği okuluna tam zamanlı başlıyor, gidişini gelişini organize etmeye çalışıyorum kaç gündür.. çok sevdiğimiz bir ablamız var, eren tüm gün okulda olunca onu ne yapacağımızı şaşırdık bi ara, neyse sanırım ortak bir noktada buluşabildik,bizim gibi çalışan ve her işini kendi organize etmek zorunda olanlar için çocuklarımızın hayatındaki her yeni düzen oturtma işleri biraz sancılı oluyor işte, bilirsiniz...





hayatımızdaki daha da önemli bir değişiklik korayın iş değiştirmesi.. hiç beklenmedik anda 5 ay önce gelen bir teklif.. bitmek tükenmek bilmeyen görüşme davetleri, pozisyonun açıklanması vs. derken bir anda el sıkışma... 7 yıldan beri çalıştığı şirketinden ayrılıyor şimdi, keyifliyiz.. tam yaşında, tam zamanında bir değişiklik.. ama sancılıyız da, her değişiklik, bu seferkinin adına hasibe diyelim..:) garip bi karın buruntusu yapıyor insanda... başlasa, ilk günler geçse, hayat bayram olsa..:)





bir ufak heyecan da bende... uzun zamandan beri aklımı kurcalayan, bi karar verip bi vazgeçtiğim...çocukluğumdan kalma bir iz..yıllarca yaşayabildiğime şükretmem gerektiğini hatırlatan bir izle yollarımız ayrılıyor artık... nerdeyse 2 yıldır üstünde düşündüğüm şeyin artık günü geldi, istiyorum....çok daha keyfi yapılanlarını da biliyorum, zaten sonuna kadar da destekliyorum.. bilim insan için var, ve estetik de bir bilim, nokta.. başlı başına bi yazı başlığı da olabilir bu ama boşverin, sadece bana şans dileyin... bi süre yazamayabilirim... bayram boyunca evde ve dinleniyor olacağım..

o zamana kadar kendinize iyi bakın...


bu bayramın kurbanı benmiyim gibi berbattt bir espri de patlatayım da, töbe töbe diye bitirin okumayı, yaaa işte böyle..:))))))

marakas


işte mevzu bahis marakas müzik aleti...:)


cuma akşamı ben direk tuzlaya gittim işten, eren ve koray'da birlikte geldiler.. eren elinde marakasıyla geldi, koray "senin moralin düzelsin diye aldık geldik bu aleti de , bak annesi güzel olmuş di mi" dedi ... gecenin müzik aleti de bu oldu, elden ele gezdi, biraz da içince sesi de güzel geliyor mübareğin..:)))

Salı, Aralık 04, 2007

aslının süper kadınlık yazısından hareketle..


zevkle takip ettiğim bloglardan biri aslının günlüğü...son yazısında süper kadınlıkdan bahsetmiş ve içindeki o kadını öldürdüğünden dem vurmuştu, hatta ben de ona işler yolundayken süper kadınlık keyiflidir, her kadın süper kadın olmakdan garip bir haz da alır, doğamızda var bu demiştim ama işte o sihirli cümle var ya, işler yolundayken, evet işte işler yolundayken!....

erenin okulu ile iletişimimizi yazışarak sağlıyoruz, onlar bize yazıyor, biz onlara.. akşam okuldan gelen bir yazı beni delirtmeye yetti işte... o kadar herşeyin üstüne titriyorum, dikkat ediyorum ama sonunda " erenin kendi müzik aletini kendin yap" etkinliğine pinpon topu göndermediğim için katılamadığını ve bir köşede oturup arkadaşlarını seyrettiğini bildiren yazı! bir gece önce yatmaya hazırlanırken defterinde pinpon toplarını yarın gönderin yazısını gördüm ama bununla ne yapacaklarını hiçbir dökümanda bulamadım, ee o saatte pinpon topu da bulamıcağıma göre evdeki küçük yumuşak toplardan koydum bir iki tane....:) meğer pinpon topları ile enstrüman yapacaklarmış, bu uyarı da ingilizce notlarının arasında kalmış...

aslında basit bi olay di mi, katılamadıysa katılamadı, bundan da eksik kalsın di mi, ama işte süper kadınlık sendromu böyle birşey, sinirler biraz laçka olduğundan işte, birden atıyo şalterler...

hergün 1 saatte işe gidip,1 saatte dönüp,tüm gün deliler gibi çalışıp,aman sıradanlaşmayayım diye sürekli kendini geliştirip, işde kadın olduğunu, evde çalışan olduğunu gizlemeye çalışıp, evdeki yardımcımızla evin düzenini tutturmaya çalışıp, eşin eline alışveriş listesi tutuşturup, bu arada bütün arkadaşlarla kontak halinde olup, haftada abartmıyorum 2-3 akşamı arkadaşlarla program yapmaya ayırıp, sıkı aile bağları da çok önemli diyip 2 akşamı da aileye ayırıp, bu arada evde birilerine daha hayat vermek adına en azından çiçekler yetiştirip,



eşi de oğlu da onu mutfakda görünce daha mutlu oluyorlar diye her fırsatta mutfağa girip, kardeşi olmayacak kankası çok olsun diye okuldaki arkadaşlarıyla görüşüp, sitedeki arkadaşlarıyla görüşüp, tatil köyündeki arkadaşlarının bile izini sürüp, işden gelir gelmez odasına kendini hapsedip annesinden ne bekliyorsa hepsini yapmaya çalışıp,





bu arada onun gelişimi için en doğruyu yapabilmek için okuyup, araştırıp, danışırken.....bir pinpon topunu atladım diye, oğlum bir kenarda oturuyor ya, deliriyorum işte, deliriyorum.....

işte bu delirme anlarında ben de o kadını öldürmek istiyorum aslında...itiraf ediyorum...

birgün sonra salına salına okula gidip, nedir bu pinpon topu diyip, hee şimdi anladım diyip, yaya yaya en yakın oyuncakcıya gidip, topları okula getirip, gelmişken müdire hanımla iki laklak edip, oradan da aheste aheste eve gitmek istiyorum.. bir pinpon topunun peşinde geçsin hayatım diyorum böyle hallerde..

bu arada çiçeklerim çok güzel ama di mi...

Pazar, Aralık 02, 2007

büyüyen ailemiz..:)

çarşıdan aldık bir tane, eve geldik bin tane...:) eren hayatımıza girdiğinden beri bi takım karakterler giriyor hayatımıza ,ve çoğunlukla da hiç çıkmıyor.. gittikçe büyüyen kocaman bir aileye dönüşüyoruz..kim mi bunlar?


sünger bob mesela..:))))

ve power rangers..


ve spiderman

ve yargılayıcı


robotlar..



cars

hele şimşek macquinn, sally, mack, kral resmen bizimle birlikte yaşıyorlar, utanmasak masada onlara birer de tabak koyucaz...


sünger bobun bütün maceraları evde.. günde bi kez öyle veya böyle bir bölümü seyrediliyor, sevgililer günü, kağıt parçası, parti zamanı favorilerimiz...:)favorilerimiz diyorum çünkü bizi de acaip sardı bu sünger bob kardeşin maceraları.. bi ara çantasını bile kullanmaya başlamıştım ben, neyseki yaşımın olgunluğuna hızlı bi dönüş yapabildim bi süre sonra...:)


sabahları burnumuzun dibinde yargılayıcının ışıkları ile uyanıyoruz bazen.. neymiş efendim, sarı ranger şimdi bizi yargılayacakmış, yatakdan kalkmalıymışız..





okula başlayıncaya kadar biraz daha izole edebilmiştik oğlumuzu, ama şimdi her yerimizi sardı bu karakterler .. hep birlikte yaşayıp gidiyoruz işte...:)

Cuma, Kasım 30, 2007

çok üzgünüm

bu sabah çok mutlu kalktım, zaten genelde güne iyi başlayanlardanım, yani öyle sabah somurtkanlığım felan yok ama bugün bir de cuma olmasından sebep çok iyi hissederek uyandım, yatakda korayı göremedim, bi an şaşırdım, sonra güldüm halime, geceden öpüşüp ayrılmıştık ya, bugün şehirdışına gidiyordu, gece yarısı uçağı vardı, herhalde biriki saat anca uyuyacaktı.. neyse, gece evimize geri dönecek ya, onu sevinçle kucaklıcaz ya, bize gittiği yerden bi hediye getirmişmi diye erenle ikimiz masum masum suratına bakıcaz ya, hele bi akşam olsun evine hayırlısı ile dönsün de...

Eren'i uyandırdım, o da öyle güzel uyandı ki, öpüştük koklaştık yatağında, haftasonumuzu sordu, ona müjdeyi verdim , deniz geliyor annecim, nazlı teyzenler geliyor, yuppieee diye kalktı yatakdan... güzel bir haftasonu bizi bekliyordu, tıpkı herkes gibi, birçokları gibi...

Eren'i okula götürüp, servise bindim, gazetemi açtım, radyoda bişeyler oluyor, birileri heyecanla konuşuyor, ama ben dinlemiyorum.. bi 10 dakika dinlemedim, sonra binali yıldırım açıklama yapacak diye, şoförümüz radyonun sesini açtı, " istanbuldan kalkan atlas jet uçağı bildiğiniz üzere ısparta yakınlarında düştü, ve uçakdan canlı kurtarılan kimse olmadı....... " neeeeee, neresi, ısparta neresi? koray nereye gitmişti allahım, ıspartaya da gidiyor, afyona da , denizliyi de.. ne biliyim ben, günü birlik geziler, hatırlamıyorum, " ne dedi bu?" diye sesim çıktı, boğazım düğümlendi, koray da oradamıydı, hatırlamıyorum, allah kahretsin bu aklımı, akılsızmıyım ben, kafamın içinde bir mikser dolaşıyor panikden, adımı sorsanız söylemeyecek haldeyim, ağlamaya başladım, panik oldu tabi arkadaşlarım da, harita lazım bana, afyona gitti diyorum, yoksa afyona gitmek için ıspartaya mı iniliyor, allahım coğrafyam hep çok kötüydü... derken denizli geldi aklıma, ağlarken telefonunu çaldırıyorum, ikisi de kapalı.... evet denizli, denizli ısparta değil ki... biraz sakinleştim ama ölüm haberi alma anını yaşadığım için gözyaşlarıma hakim olamıyorum, kendiliğinden süzülüyorlar durmadan, musluğu yok ki kapatayım... herhalde sesini duyuncaya kadar durmayacaklar, arıyorum, nihayet 15 dakika sonra telefonu açıyor, unutmuş açmayı... ne oldu sesine diyor, neden paniksin... "hiccccc... ben sandım ki.. hani düşmüş ya bi uçak....." , yine o şen şakrak, dünyanın en güzel sesi geliyor telefonun ucundan "merak etme askım, seni bırakıp hiçbir yere gitmem ben, akşama görüşürüz, seni seviyorum"....



ya diğerleri... servisde, evde kahvaltı masasının başında, çocuğunu okula bırakırken, haftasonunun planlarını yaparken, evleneceği erkeği beklerken, oğlunu, kızını beklerken, bu haberi böylece alanlar... ansızın, birden.......

çaresizce aradıkları ve 15 dakika gecikmeyle açılamayacak telefonlar...

bi kerecik açılsa...belki bi son söz, söylenememiş seni seviyorumlar, özür dilerimler, keşkeler için...

bu kadar çabuksa herşey, bir anlıksa, neden daha sıkı sarılmayız ki etrafımıza.... pişman olmamak için ...

çok üzgünüm... hala gözlerimde yaşlar...

Perşembe, Kasım 29, 2007

çocuk tiyatroları festivali




5 Ocak'da Mustafa kemal merkezi'nde 26 Ocak'a kadar sürecek olan çocuk tiyatroları festivali gerçekleştirilecek.


Programı gözden geçirdim, iki üçüne daha önceden gitmişiz, diğerlerini değerlendirebiliriz sanırım..


Oyun öncesi çocuklar fuaye alanında animatörler ve palyaçolar eşliğinde eğlenebileceklermiş..


program burada... belki sizin de gittikleriniz vardır, tavsiye etmediklerinize gitmeyelim bari, akıllandık ya artık biraz..:)

Pazartesi, Kasım 26, 2007

sepet erkekler

bu haftasonu kaç haftadır biriken alışveriş işlerinin bitirilmesi için uygundu... balkondaki saksılara kış çiçekleri ekilecek, diğerleri bahçeye ekilecek, doğru bauhausa....
saksıların bazılarının eşleri gerekli, ikeadan almıştım, bi koşu ikeaya...
hazır ikedayken, aklımda olmayan, ama buldumcuk olduğum birçok yeni obje, hoop sepete...
akşama giyecek hiçbirşeyim yok, en kolay nerden üstüme bişeyler uydururum, hooop mudoya....
oğluma balık yediremiyorum kaç gündür, uğra ordan ataşehir balıkçısına...
bir de markete uğrayayım, başka da bişey kalmadı, şimdi migrosa...

bu ne başlık, bu nasıl hikaye gidişatı diyeceksiniz , di mi?

o temponun içinde bişey dikkatimi çekti... çok bilen, hep bilen, en iyisini seçen, yolu şaşırmayan, burnunun dikine giden, çiçeklerden bal toplar gibi üründen ürüne konan,
kafasında gününü planlayan kadınlar var ortada.. bi de arkalarında tamamen ruhlarını teslim etmiş, nereye götürürsen oraya giden, neye dokunsa "ooo diiill!" sesiyle irkilen, kendi kendine konuşa konuşa önden giden kadının arkasında sabırla oradan oraya kendini atan çocuğun peşinde helak olan erkekler...

hiç böyle bakmamıştınız di mi onlara...

ama o kadar çoklar ki...

götürmeyin kardeşim eşlerinizi zaten hep bilen, en iyi bilenseniz, aman canım o ne anlarcılardansanız, yazık valla adamlara...

irkiliyorum böyle arkada gariban gariban eşler görünce, ne de olsa bugüne bugün erkek annesiyim , di mi ama?..

son karede İkea'da tesettürlü gençten bir bayanın koluna girmiş olan kocasına söyledikleri aynen şöyle, istemeden kulak misafirim oldum, ne yapıyım..

" bak canım, ben durunca durıcaksın, ben yürüyünce yürüceksin, olmaz ki böylee!"

Salı, Kasım 20, 2007

benlik ve özgüven

pazar sabahı Eren'in okuluna davetliydik, Eren'in okulu ebeveynlere özel seminer günleri düzenliyor, hemen hemen her 2 ayda bir Nevbahar Hanım'la çok keyifli bir 2 saat geçiriyoruz.

Bu seferki konumuz "benlik ve özgüven"di..

Benlik nedir? özgüven nedir? nasıl oluşur? nasıl yıkılır?

o kadar akıcı konuşuyor, o kadar objektif bakıyor ve o kadar güzel örnekler veriyor ki pedagoğumuz, sanki o olmasaymış bir çok şeyi farketmeyecekmişim gibi hissediyorum...

karşılıklı etkileşimli seminer sırasında bazı cümlelerimizi deşifre etti bu sefer..

bir kaç örnek yazıcam şimdi, hem kendim okuyup okuyup hatırlamak için, hem de size de faydası olması için..

- 100 defa söylüyorum yine aynı şeyi yapıyor..

- o zaman 100 defa söylemeyin, 1 defa sorun.. siz 100 kez kendi beyninizdeki tanımlı kodları tekrar ediyorsunuz, onun beyninde öyle birşey yok.. bu nedenle de sözleriniz etkisiz.. oysa bir kere, bilemedin iki kere, "bunu böyle yaparsan ne olur sence?" derseniz, kendi kodlamasını yapacaktır çocuğunuz...


- okulda kendi ayakkabısını giyiyormuş, yemeğini de kendisi yiyormuş.. ama evde hepsini bana yaptırıyor... ve yemek yemesi 1 saat sürüyor..

- ilgi bir çocuğun en çok ihtiyaç duyduğu şey.. iletişime geçmenin bir yolu da sizi oyalamak.. oysa birlikte daha güzel şeyler yapacağınıza onu inandırır ve kaliteli bir ilgi zamanı yaşarsanız, bu süreleri kendi de hızlandırmak isteyecektir.


- çocuğuma sürekli övgüler yağdırıyorum, aferin diyorum, ama o yine de çok korkak, afallıyor hep... onun özgüveni yerine gelsin diye hep yeniliyorum oyunlarda, boğuşuyoruz yatakda,yine yeniliyorum ama niye böyle oluyor bilmiyorum..

- çünkü hep yeniliyorsunuz... "hep" çok tehlikelidir.. çocugunuz sizi hep yendiğinde " tamam ben demek ki büyüğüm ve kuvvetliyim " der.. sonra okulda herhangi bir anda yenildiğinde " babam beni kandırıyor, nasıl oluyor da ben yeniliyorum" der... ve karışık duygular onu ortamdan uzaklaşmaya iter, kendisinin ne olduğunu bilmiyordur ki...

bu nedenle de bazen yenileceksiniz, bazen yeneceksiniz...

sonra övgü ve teşvik birbirinden ayrı iki şey... biribirinden çok farklı ve kendini geliştirdiğine delalet eden 3 resminin üçüne de aferin, bravo! derseniz, siz aslında onun farkında değilsinizdir, ve çocuklar bunu çok kolay anlarlar.. oysa "yoksa bu da kedinin kuyruğumu? bak bunu bu resimde ilk kez görüyorum, demek bu detayı bile düşündün bu sefer, çok hoş olmuş" cümlesi çok daha büyük anlamlar içerir çocuk için...

farkındalık hakkında henüz tamamlanmış bir çalışmayı da paylaştı bizimle bu arada... bir parkda koşturan ve o arada ayağı takılıp düşen çocuk anneleri incelenmiş, onlarca tepki kaydedilmiş, çığlık atıp çocugunun yanına koşan, bağıran, korkup ağlayan, gidip 2 tane çocuğa patlatan, vs.. ve tepkisiz kalan... niye düştün diye çocuğuna vuran anne bile tepkisiz kalan anneden daha az zarar vermiş çocuğuna... tepkisizlik karşısında çocukda "ben düştüm, başımdan büyük bir olay geçti, ama annem bunun farkında bile diil, demek sevilmiyorum, ilgi çekmiyorum" duygusu gelişiyormuş...

özgüveni arttırıcı cümleler istedi bizden.. herkes döktürdü tabi....

sonra özgüveni yıkacak cümleler istedi... önce kibar kibar cümleler kuruldu, ama pedagoğumuz biraz daha dürüstlüğe çağırınca bizi, ne cümleler çıktı anlatamam ki bunlar da hep okumuş anne babalar... çocuğunuza söylerken size batmayan, ama böyle bir ortamda söylediğinizde nasıl beyninizin zonklayacağınızı tahmin bile edemeyeceğiniz cümlelerinizi düşünün şimdi...

ben bir örnek vereyim mi?





-böyle yaparsan senin annen olmıcam.....





nasıl korkunç bir cümle di mi?......

Pazartesi, Kasım 19, 2007

vah benim biricik pazarıma!

bu aralar sol tarafımdan mı kalkıyorum nedir? ya da benim gibi pozitif bir insanı bile çileden çıkartabiliyorlar işte mi desem, ne desem?

efendim, oğlum Eren'i 1 yaşından bu yana fırsat bulduğum her anda nerede ne etkinlik var ise götürmeye çalışan bir anneyim, bir gün bile, ki haftaiçi deliler gibi çalışıyorum, mesela bu cumartesi yine fabrikadaydım, zaten iyi bir okula gönderiyorum, onlar da her hafta bir yerlere götürüyorlar çocukları, neme gerek, uzat ayağını otur evinde, ya da bak keyfine çocuk da dolansın etrafında demedim, demiyorum.. o tiyatro senin, bu sergi benim gezdiriyorum çocuğumu... amaç birlikte yaşamak bazı şeyleri, paylaşmak, hayatın içinde olmasını sağlamak...

ama işte bazen de bu samimi duygularımın sömürüldüğünü hissediyorum, kaçıncıdır başıma geliyor... bunu bize yapmayın lütfen...

pazar günü 1 saat kadıköye gitmeye uğraştık, park ettik, çocukları giydirdik, koştura koştura tiyatroya girdik, elma kurtları isimli oyun başladı, ses yok, hikaye yok, eren burunumun dibinde sürekli ne dedi anne, ne dedi anne? hallerinde... konu dağılıyor, dikkati dağılmaya ve çıkalım demeye başladı, ben de anlayabildiklerimden bir kolaj yapıp eren'i heyecanlandırmaya ve devamını seyretmeye teşvik etmeye çalıştım, ama hikaye koptu gitti başka yere.. bu seferde Eren, anne senin dediğin olmadı, ya niye olmadı, aynı sepete düşmüyorlar bak, çıkalım demeye başladı... çocukları etkilemenin yolunun bi bağrış çığrış içinde sağa sola koşuşturma, bi fırtına efektiyle ışıkları ile açıp kapama olduğunu sanıyorlar, bi de süslü kıyafetler... ama o kadar işte...

ukalalık gibi olacak ama bizim sanatla işimiz yok sanırım, genlerimizde yok, kültürümüzde yok işte... zorlamayla da bu kadar mı oluyor nedir? geçen hafta buzda dansa gittik di mi, al karşılaştır işte.. çocukların ağzı açık kaldı, bir dakika bile kopmadı eren, bitmesin diye diye çıktı...

tabi bizde de güzel şeyler yapılıyor, ama deneye yanıla bulman lazım, bu sene hangi oyuna geceler gündüzler harcanmış, kaç prova yapılmış, hangi pedagogun desteği alınmış çocuklara ne veriyor bu oyun diye.... o kadar vakit, enerji, para var mı? soran yok tabii...

30 dakikacık sonra oyun bitti... hadiiii, bunun için mi geldik biz, bi kahve içtik, çocuklara yemek yedirdik.. 1 saatte de hadi eve... neyse arkadaşımla eve gelip çayımızı demledik, kış için çocuklarımız birlikte yapacağı aktiviteler konusunda daha çok referanslı projeler konusunda koşturmaya ve alternatifler üretmeye karar verdik.. 4 kişiyle oynanan masa oyunları gibi...

Cuma, Kasım 16, 2007

aşksız kadınlar...


bunu yazmalıyım...

bence dünyanın asıl sorunu aşksız kadınlar.. bugüne kadar hiç aşık olmamış, aşık olmadığı biriyle yaşayan kadınlar ve aşık olmadığı adamla aynı evde yaşarken yaptığı çocuklar...

aşık olmayan kadın, mutlu etmez.. çünkü kendi mutsuzdur.. mutsuzluğunu başkalarının hayatını didikleyerek, onların bir gıdım mutsuzluğunu bulup bundan beslenerek bastırmaya, örtbas etmeye çalışır... mutlu etmediği ve hala birlikte yaşadığı erkek ise şefkat, sevgi, ilgi göremediği için bunun acısını dışarıdan çıkarır, çalıştığı işyerinde tahammül edilmez bir patron veya hiçbir konuda işbirliği yapılamayan bir mesai arkadaşı haline gelir....iş ortamında aşksız kadının kendisini ise hiç sormayın....

sonra çocuklar... bir kere aşksız bir birliktelikden meydana gelen çocuklar, aynı ebeveynlerle aynı evde büyürlerse, gençlik çağlarını böyle bir ortamda yaşarlarsa bilin ki ileride sürekli, sağlıklı ve sevgi yüklü bir ilişki yaşamaları çok zor... annesiyle babasının kaçamak bakışlarını, annenin göz süzmelerini, babanın anneye keyifle bir bardak içecek getirip şööle birbirlerinin yüzlerine baka baka, keyifle oturduğunu farketmeyecek çocuk varmıdır? söyleyin... çocukluğumdan hatırladığım en güzel anılar hep babamın anneme bahçeden kopardığı gül, annem biseye kırılmışsa hazırladığı barışma yemeği, herkesin ortasında " benim bu dünyadaki en değerli varlığım karım" sözü, "siz gittikden sonra biz annenle başbaşa yaşarız " diyişi oluyor hep..

ilk eğitim ailede başlar.. aşk , sevgi, sadakat da ilk önce baba evinde görülmelidir... söylenerek öğrenilebilecek şeyler değildir bunlar, o ortamda yaşanmalıdır...

hızlı akıp giden hayatın içinde, bir zamanlar aşık olduğunuz adamla şimdi bir şirket kurmuşsunuz da onu yönetiyormuşsunuz, elinizdeki tek kayda değer proje de çocuğunuzmuş gibi bir hayat yaşıyorsanız, şimdi durun, derin bir nefes alın...ve en son kaldığınız yer neresiyse, oradan yeniden başlayın..

siz diğerleri, yani aşkı hiç tatmamış, çok da sevmediği biriyle yaşamaya devam edenler, lütfen etrafınızı rahat bırakın, kendi tercihinizi yaşayın, kimseden bunun acısını çıkarmayın...

Çarşamba, Kasım 14, 2007

iKEA'da dünya çocuk kitapları haftası



12 – 18 Kasım haftası İKEA’ya gelen çocuklar İsveçli yazarların öyküleri ile oyunlar oynayacaklar. Oyun arkadaşları Pippi, Zackarina, Kumkurdu, Papatya, Mio, Bo Wilhelm, Yaşlı Pettson ve kedisi Findus’la öyküden öyküye dolaşacaklar. Kitap okumaya doymayacak, kitapların sayfalarını yeniden tasarlayacaklar. Bu özel etkinlikten çocuklara kitap ayraçları, kitap sayfaları, daha çok kitap sevgisi ve tatlı bir mutluluk kalacak.

Kimler için?
3 – 11 yaş arası bütün çocuklar için…

Ne zaman?
12 – 18 Kasım tarihleri arasında her gün

Hangi saatler arasında?
1. uygulama 14.30 – 15.00 30 dk 3 – 6 yaş için masal saati
2. uygulama 15.00 – 15.30 30 dk 3 – 6 yaş için masal saati

3. uygulama 16.00 – 17.00 60 dk 7 – 11 yaş için atölye çalışması
4. uygulama 17.30 – 18.30 60 dk 7 – 11 yaş için atölye çalışması

Ne yapmalısın?
Etkinliklere katılım sınırlı olduğu için 0216 367 84 37 nolu telefonu aramalı ve randevu almalısın.

Salı, Kasım 13, 2007

inle nine inle!


henüz bizim için erken bir konu... yani ilköğretimde okuma yazmayı sökme eğitimindeki değişiklikler... el yazısı öğretiliyormuş artık, bir de sesli ve sessiz harflerin birbiriyle bağlantısını kurmak için abuk subuk cümleler kuruluyormuş, geçen nazlimo geldiğinde söylüyordu, Ali'ye Ahmet'e kurban olduk valla, öyle garip cümleler kuruluyor ki diye...ama bence hiçbiri "inle nine inle" den daha komik ve garip olamaz...:))))) Ayça Şen çok güzel yazmış, vakti olan okusun....

Cumartesi, Kasım 10, 2007

saygıyla anıyorum

bugün eren'le fabrikaya geldik, pazartesi denetimimiz var, kendi sense check imi haftaiçi yapamamanın verdiği rahatsızlıkla düştük yola... tam arabaya binicez, sirenler çalmaya başladı, araba kornaları... eren irkildi..ve konuşmamız başladı

-eren Atatürk'ümüzün ölüm saati bu..

-şimdi mi öldü?

-hayır eren, bundan 69 yıl önce, hadi biz de saygı duruşunda bulunalım..

-nasıl ?

-gel yanıma...

..............

..............

sirenler bitti arabaya bindik, joy fm'de Atatürk'ün sesi... başladım ağlamaya.. dayanamıyorum onun sesini duymaya.. sanki birden nutkunu kesecek," bana bak mehtap, ben size bu halemi getirin dedim bu memleketi, yazıklar olsun" diyecek... bu fırçayı yemişim gibi ağlıyorum, suçlu suçlu...

- noldu anne, ağlıyomusun?

-evet annecim, onu özledim, keşke o veya onun gibi bir liderimiz olsaydı.

-iyi mi olurdu?

-tabi ya, hepimiz çok daha mutlu olurduk, daha iyi okumuş, daha uygar, daha zengin bir ülke olurduk...gittiğine hepimiz çok üzüldük...çookk

-pelin bile mi? can bile mi???

-onlar da.. evet...hani çocuk haklarını anlatmıştım ya sana...

-evet

-işte o olsaydı, çocukların hepsi okurdu, kimse erkenden evlenmez, sokaklarda dilenmezdi...

biz gururlu bir millettik eren, atatürk de bizim gururumuzdu, gururumuzu korurdu tüm dünayaya karşı, sonuna kadar...şimdi koşa koşa amerika kapılarında soluk alınıyo ya, olmazdı onlar işte..

-ben anlamadım anne

-ben de anlamadım eren, boşver....

*Ata'mın bu fotoğrafı benim aynı zamanda yıllardan beri evimde asılı olan, şimdilerde odamda masamın arkasında asılı duran bir karesidir... çok severim, çok...

Perşembe, Kasım 08, 2007


güzel bir yemek, şarabın kırmızısı, bir geceye sığdırılmak zorunda olan hikayeler, birlikte yaşanamamış son birkaç ayın raporlaşması, son dedikodular, su gibi geçip giden gece....
dün gece Erenin pijamalarını ben giydirmedim, gece kitabını ben okumadım....
dün yüreğimize bir dost eli değdi,dostum Nazlı geldi ve şimdi dönüş yolunda.. güle güle git Nazlimo, gene gel...

Çarşamba, Kasım 07, 2007

çocuk hakları



Okulumuzdan her ay bir araştırma konusu geliyor, bu konuda internet, gazete, ansiklopedi(evinde olanlar..:)leri karıştırıyor ve 2-3 sayfalık bir çalışma hazırlayıp gönderiyoruz.

Bu ayki konumuz "çocuk hakları"... Eren'e önce hak nedir? bunu anlatmam lazım....başlıyorum...

-erencim, sen bu dünyaya geldin ya, senin bazı hakların var..

-yani?

-yani bazı şeyleri talep edebilirsin..

-mesela oyun oynamayı mı?

-yani işte öyle gibi ama biraz daha temel şeyler, beslenme, eğitim, barınma gibi...

-....

- doğduğun anda bir ismin olması hakkın var, sonra bir devlet vatandaşı olma hakkın var...sence başka ne hakların olabilir..

-bisiklet olabilir..bilgisayar olabilir.. yeni oyuncak olabilir...

- .....:)))) dünyada birçok çocuk bunlara sahip değil biliyormusun? okula gidemiyorlar, çok küçük yaşta çalışmaya başlıyorlar, evlendiriliyorlar, ellerine silah veriliyor...

-power rangers gibi mi?

-...!? tamam eren, özetleyelim şimdi, çocuk hakkı neymiş bakalım............



sanırım az da olsa bu dünyaya gelmiş tüm çocukların, eşit haklara sahip olması gerektiğini, temel hakları olduğu kavramını beynine yerleştirebildim...ödevini de hazırladık.. çocuk hakları evrensel bildirgesinin 10 maddesini de özetleyerek birer cümle ile yazdık, kapak sayfamıza da cici çocuk resimleri kesip yapıştırdık...


sonra sabah servisde gazete okurken, 5 dakika içinde üç haber gördüm....4 yaşındaki oğlunu kendisinden olmadığı şüphesiyle döverek öldüren baba haberi, 12 yaşındaki kızları ve oğullarını birbirleri ile nişanlayan aile haberi, 15 aylık çocuğunu gürültü yapıyor diye öldüren baba haberi....


farkındamısınız bilmiyorum, çocuğa yönelik şiddet olayları hergün biraz daha artıyor, vahşi insanlar yaşadıkları kötü hayatların acısını çocuklardan çıkarıyorlar... çocuklar kendi malı ya, ister seviyor, ister dövüyor, isterse de öldürüyor!!!....nerede çocuk hakları, nerde bunun evrensel bildirgesi, yaptırımları vs.??


yasa yapıcılar da, uygulayıcılar da şimdi Eren'in geçtiği eğitimden geçmediler mi? onların anneleri de daha 4-5 yaşındayken kafalarına çocuk haklarını, insan haklarını kazımaya çalışmadılar mı? biz bu eğitimi niye veriyoruz çocuklarımıza, haklarını bilsinler, büyüdüklerinde de bu hakları yiyenlerin karşısına dikilebilsinler diye değil mi?


Salı, Kasım 06, 2007

yaşamın kıyısında ve CKM

geçtiğimiz haftasonunun en kayda değer aktivitesi "Yaşamın kıyısında" oldu.. Fatih AKIN'ı tanıdığımdan beri hiçbir filmini kaçırmadım, bunu da kaçırmamak lazımdı..


Film bence çok başarılı, Tarantino filmlerinin kurgu mantığı var, olaylar birbirine filmin değişik zamanlarında bağlanıyor... teknik iyi...

konu ve anlatış tarzı çok iyi.. göze dürtmeden verdiği çok alt anlam var....

oyuncular çok iyi..

hiç kopmadan seyrettiğim bir film oldu yaşamın kıyısında, tavsiye ederim..

bu arada yine istanbul anadolu yakasında oturanlara bir tavsiyede daha bulunucam nacizane... gitmeyenler caddebostan kültür merkezi ne gidin bir ara.. hatta filminizi de orada seyredin, hatta filmden önce hayal kahvesinde bi yemek yiyin, bi bardak şarap için.. her daim meydanda olan sergilere takılın, d&r a takılın, tiyatro programlarına bakın.. biraz gözünüz gönlünüz açılsın...

Çarşamba, Ekim 31, 2007

peter pan on ice

"Wendy Darling adındaki kız çocuğu rüyasında hep çocuk kalmayı başaran Peter Pan ve onun perisi Tinkerbell ile tanışır. Peter Pan, Tinkerbell ve Wendy yanlarına Wendy’nin kardeşlerini de alıp sihirli Düşler Ülkesi’ne giderler. Orada kayıp 6 çocukla tanışırlar. Ama adada sadece çocuklar değil kızılderililer, denizkızları, başka periler ve korsanlar vardır. Üstelik korsanların lideri Kaptan Hook, Peter Pan ve arkadaşlarını esir alır."

İşte bu hikaye 2 yıldır , dev bir buz pistinin üzerinde, çeşitli paten numaraları, akrobatik dansçıların gösterileri eşliğinde sahneleniyormuş..

Buz patenleri ile rüzgar hızında kayan, kimi zaman da uçan Peter Pan ve arkadaşları, gösteri boyunca rengarenk 350 kostüm giyeceklermiş..

8 kasımdan itibaren 10 gün buradalar...

biz biletlerimizi aldık bekliyoruz...

kaçırmak istemeyenler de elllerini çabuk tutsunlar diyoruz..

biletler buradan

Salı, Ekim 30, 2007

Dusseldorf

5 günlük iş gezimi bitirip döndüm, dünyanın en büyük fuar alanlarından birindeydim, Dusseldorf messe de, 168000m2 lik bir alanı yürüyerek ve bu arada inceleyerek, sorgulayarak, konuşup bilgi almaya çalışarak taradım.. Dusseldorfda otel bulamadığım için Gelsenkirchen adı verilen bir bölgede kaldım, hergün bir saat metro ile yolum vardı, bir de üstüne Almanyadaki metro çalışanlarının grevi eklendi, random bir şekilde birden tren kalkmamaya karar veriyordu ve o trenden inip, yerin altındaki labirentlerin içinde beni Dusseldorfa götürecek en uygun treni aramak zorunda kalıyordum... insan böyle günlerde kendi vücudunun sınırlarını da test etmiş oluyor aslında..:) Allahdan kaldığım otel çok iyiydi, gecenin bir yarısı döndüğümde kafamı temiz bir yastığa koymak, şık bir banyoda duş almak çok büyük bir nimetti..bu resim kaldığım otelin restaurantının manzarası... Almanyada gitmediğim hemen hiçbir yer kalmadı, hep şunu farkettim, dünyanın sanayi merkezlerinden biri olan bu ülkede, heryer çok ama çok yeşil, sanayi bölgeleri şehirlerden yalıtılmış, asla bir bölgeye sıkışmamış( bizim izmit gibi mesela), her yer eşit kalkınmış... biz özgürlüğü kafana göre hareket etmek olarak algılıyoruz ya, asıl özgürlüklerin olduğu yerde o kadar sıkı kurallar var ki, çünkü her an bir başkasının alanına girebilirsin, bu nedenle uyman gereken bir çok kural var, yaptırım var, ceza var.. tüm ülke halkı aynı kurallarla ve eşit haklarla yaşıyorlar.. bu sistemin bizde de işlemesini o kadar isterim ki, mevcut kurallara zaten uyan bizlere en zor gelen şey, başkalarının uymaması ve uymadıkları için bir ceza almamaları, en gücümüze giden şey bu..

Dusseldorf çok güzel bir şehir, tüm yorgunluğuma rağmen, Dusseldorf gecelerini yaşamak için de çaba harcadım, müşterileri sokaklara dökülmüş barların kümelendiği alstad bölgesinde takıldım, güzel restaurantlarda yemekler yedim, bir peynir delisi olarak binbir çeşit peynir taddım tabi yanında en kalitelisinden şarabımla..:))


ve döndüm işte... hep söylerim, gitmek güzel dönmek hep daha güzel..

Cuma, Ekim 19, 2007

festivalimiz başlıyooorr..


geçen yıl son günlerinde yakaladığımız festivali bu yıl yakından takip ediyoruz..istanbul çocuk filmleri festivali nden söz ediyorum...festival boyunca bütün cinecity sinemalarında festival filmleri gösterilecek..program belli.. kısa filmlerden gruplar yapmışlar..yaş gruplarına göre filmleri ayırmışlar.. bu gece oturduk bir program çıkarmaya çalıştık Erenle, tabi eren hangi filmi göstersem, bunu istiyorum anne dedi..:) ama insan seçmekte zorlanıyor gerçekden.. aslında festivalin başladığı günden itibaren 4 gün ben gri almanyada olucam, eren ve babasına bir program hazırlıyorum aslında, babasının ereni 4 gün boyunca kendi başına idare edeceğinden haberi var ama bir de sanat/kültür programı hazırlayıp buzdolabının üzerine yapıştaracağımdan haberi yok..:)

bu gece bir reklam çekimi için sabahlayacak kendisi, yarın ve pazar günü ise 4 bensiz günün dikkat edilecekler listesinin üzerinden geçeriz artık.. pazartesi salı da o olmayacak çünkü.. yani pazar gecesi bi ayrılıcaz, diğer pazar yeniden birlikteyiz inşallah..

pazardan sonra ben de gitmek istiyorum aslında bu filmlere.. ne yalan söyliyim çizgi film seyretmeye ben de bayılıyorum..hele bir de 3d animasyonsa...bu filmler 3d değil ama yine de zevkle görevi devralabilirim yani..:)
gitmek isteyenlere de duyurmuş olduk böylelikle.. iyi seyirler efendim..:)

kukla atölyesi

Eren dün akşam kapının arkasında beklemiş beni... gelir gelmez anneme anlatıcam nasıl kukla yaptığımızı demiş durmuş... daha kapıdan içeri girdim ve hiç susmadan nasıl gittiklerini, neler gördüklerini, kukla yapmayı öğrendiğini anlatmaya başladı...Çukurcumaya gitmişler.. Ahşap çerçeve kukla tiyatrosu'na..
nasıl da severim çukurcuma'yı.. son gittiğimde biraz üzüldüm gerçi, birçok antikacımı bulamadım, kapatmışlar, hele bir yer vardı, 80-90 yıllık el işi kıyafetler, örtüler, bakmaya kıyamazsınız , o ince işcilikler....yerlerine hep populist birşeyler açılmış, sanki İstanbul'un kalan bilmem kaç bin metrekaresinde onlardan yokmuş gibi.. ama hala güzel bana göre.. bir de limonlu bahçe ye uğradın mı değme keyfine...nerden geldik buraya...

işte erencim de oralardaymış dün, bi garip oldum, ben işde, o beyoğlu'nda.. oğlum bensiz sosyalleşmeye başlıyor, gelip bana bilmediğim, yeni bişeyler anlatıyor...

yaptığı kuklasını da getirmiş, odasına asdık...

yaptığı kukladan esinlenerek, ona daha büyük bir kuklayı evde birlikte yapmaya söz verdim..umarım becerebiliriz, söz vermek bildiğiniz üzere bir çocuk için en önemli cümle... artık bu sözümü hergün hatırlatır bana.. en iyisi bu haftasonuna bunu programlamak..

Salı, Ekim 16, 2007

34 yılı geride bırakırken..

bugün itibarıyla 35imden gün almaya başladım... yıllar önce annem 30 yaşında 4.kızını doğurduğu sene onunla geçen bir sohbetimizi hiç unutmuyorum.. tabi o zamanlar benim de tam genç kızlığa geçiş yıllarım, deli kanlıyım.. "anne insan evlenip, çocuğu olup, yaşlanınca(!) hayattan hiç keyif almıyordur di mi, herşey aynı, herkes aynı, yapacakların aynı, oysa bizim hayatımız öyle mi bak" demiştim de annem de "bunu ancak 30lu yaşlara geldiğinde anlayabilirsin kızım, bu yaşlar senin şu anda yaşadıklarından da keyifli" demişti.. ben de burun kıvırıp, ağız eğerek onu küçümsemiştim.. :)

şimdi bakıyorum da gerçekten de hayatımın en keyifli yıllarını yaşıyorum, gençliğin o bilinmezleri, ani gelgitleri, ruh daralmaları, hoşgörüsüzlüğü, inatçılığı, hırsları hepsi ama hepsi kayboldu gitti, yerine bir dinginlik, yaşadığı her andan keyif alma umudu,hali(ki mina urgan 60-70lerde de insana bunun çok aptalca geldiğini söylüyor..:)), dostluk, kendin için istediklerinde bir netlik, bir sonraki nesil için bir canlı yetiştirmenin verdiği bir onur, gurur (yine mina urgan, 60larında insanın daha da insan olduğunu çünkü başkaları için birşeyler istemeye başladığını söylüyor..) geldi...

yaşadığım 34 yılda şükürler olsun ki, büyük bir hata yapmadım, küçük hatalarımdan utanç duymadım, onların bileşkesi beni ben yaptı, pişman olmadım, keşke demedim... kimseye sırtımı dönmedim, bencillik etmedim, kendimi dünyanın merkezine koymadım, tembellik etmedim, görgüsüzlük yapmadım, elimde olanın hep kıymetini bildim, sahip olduklarımdan dolayı utanç duymadım, hepsinin el emeği göz nuru olduğunu bilerek ve sindirerek yaşadım, kurtuluşu başkalarında değil hep kendimde aradım, kimsenin duygularını sömürmedim, kendimi de sömürtmedim... (bu noktada biraz ayn rand felsefesini benimsediğimi farketmişsinizdir..:))

gençliğin verdiği o asi ruh hallerinde arkadaşlar da kaybettim, ama onları bile büyümenin bedeli saydım ve yerlerine yenilerini koymak için hep çaba harcadım, onları daha da özenle korudum, koruyorum...

hayat bana torpil yaptı, ben de bütün enerjimle ona destek attım..ortaya çok güzel bir 34 yıl çıktı... minnettarım.. umarım bundan sonraki yaşayacağım yıllarımı da böyle anabilirim...