Cuma, Kasım 30, 2007

çok üzgünüm

bu sabah çok mutlu kalktım, zaten genelde güne iyi başlayanlardanım, yani öyle sabah somurtkanlığım felan yok ama bugün bir de cuma olmasından sebep çok iyi hissederek uyandım, yatakda korayı göremedim, bi an şaşırdım, sonra güldüm halime, geceden öpüşüp ayrılmıştık ya, bugün şehirdışına gidiyordu, gece yarısı uçağı vardı, herhalde biriki saat anca uyuyacaktı.. neyse, gece evimize geri dönecek ya, onu sevinçle kucaklıcaz ya, bize gittiği yerden bi hediye getirmişmi diye erenle ikimiz masum masum suratına bakıcaz ya, hele bi akşam olsun evine hayırlısı ile dönsün de...

Eren'i uyandırdım, o da öyle güzel uyandı ki, öpüştük koklaştık yatağında, haftasonumuzu sordu, ona müjdeyi verdim , deniz geliyor annecim, nazlı teyzenler geliyor, yuppieee diye kalktı yatakdan... güzel bir haftasonu bizi bekliyordu, tıpkı herkes gibi, birçokları gibi...

Eren'i okula götürüp, servise bindim, gazetemi açtım, radyoda bişeyler oluyor, birileri heyecanla konuşuyor, ama ben dinlemiyorum.. bi 10 dakika dinlemedim, sonra binali yıldırım açıklama yapacak diye, şoförümüz radyonun sesini açtı, " istanbuldan kalkan atlas jet uçağı bildiğiniz üzere ısparta yakınlarında düştü, ve uçakdan canlı kurtarılan kimse olmadı....... " neeeeee, neresi, ısparta neresi? koray nereye gitmişti allahım, ıspartaya da gidiyor, afyona da , denizliyi de.. ne biliyim ben, günü birlik geziler, hatırlamıyorum, " ne dedi bu?" diye sesim çıktı, boğazım düğümlendi, koray da oradamıydı, hatırlamıyorum, allah kahretsin bu aklımı, akılsızmıyım ben, kafamın içinde bir mikser dolaşıyor panikden, adımı sorsanız söylemeyecek haldeyim, ağlamaya başladım, panik oldu tabi arkadaşlarım da, harita lazım bana, afyona gitti diyorum, yoksa afyona gitmek için ıspartaya mı iniliyor, allahım coğrafyam hep çok kötüydü... derken denizli geldi aklıma, ağlarken telefonunu çaldırıyorum, ikisi de kapalı.... evet denizli, denizli ısparta değil ki... biraz sakinleştim ama ölüm haberi alma anını yaşadığım için gözyaşlarıma hakim olamıyorum, kendiliğinden süzülüyorlar durmadan, musluğu yok ki kapatayım... herhalde sesini duyuncaya kadar durmayacaklar, arıyorum, nihayet 15 dakika sonra telefonu açıyor, unutmuş açmayı... ne oldu sesine diyor, neden paniksin... "hiccccc... ben sandım ki.. hani düşmüş ya bi uçak....." , yine o şen şakrak, dünyanın en güzel sesi geliyor telefonun ucundan "merak etme askım, seni bırakıp hiçbir yere gitmem ben, akşama görüşürüz, seni seviyorum"....



ya diğerleri... servisde, evde kahvaltı masasının başında, çocuğunu okula bırakırken, haftasonunun planlarını yaparken, evleneceği erkeği beklerken, oğlunu, kızını beklerken, bu haberi böylece alanlar... ansızın, birden.......

çaresizce aradıkları ve 15 dakika gecikmeyle açılamayacak telefonlar...

bi kerecik açılsa...belki bi son söz, söylenememiş seni seviyorumlar, özür dilerimler, keşkeler için...

bu kadar çabuksa herşey, bir anlıksa, neden daha sıkı sarılmayız ki etrafımıza.... pişman olmamak için ...

çok üzgünüm... hala gözlerimde yaşlar...

Perşembe, Kasım 29, 2007

çocuk tiyatroları festivali




5 Ocak'da Mustafa kemal merkezi'nde 26 Ocak'a kadar sürecek olan çocuk tiyatroları festivali gerçekleştirilecek.


Programı gözden geçirdim, iki üçüne daha önceden gitmişiz, diğerlerini değerlendirebiliriz sanırım..


Oyun öncesi çocuklar fuaye alanında animatörler ve palyaçolar eşliğinde eğlenebileceklermiş..


program burada... belki sizin de gittikleriniz vardır, tavsiye etmediklerinize gitmeyelim bari, akıllandık ya artık biraz..:)

Pazartesi, Kasım 26, 2007

sepet erkekler

bu haftasonu kaç haftadır biriken alışveriş işlerinin bitirilmesi için uygundu... balkondaki saksılara kış çiçekleri ekilecek, diğerleri bahçeye ekilecek, doğru bauhausa....
saksıların bazılarının eşleri gerekli, ikeadan almıştım, bi koşu ikeaya...
hazır ikedayken, aklımda olmayan, ama buldumcuk olduğum birçok yeni obje, hoop sepete...
akşama giyecek hiçbirşeyim yok, en kolay nerden üstüme bişeyler uydururum, hooop mudoya....
oğluma balık yediremiyorum kaç gündür, uğra ordan ataşehir balıkçısına...
bir de markete uğrayayım, başka da bişey kalmadı, şimdi migrosa...

bu ne başlık, bu nasıl hikaye gidişatı diyeceksiniz , di mi?

o temponun içinde bişey dikkatimi çekti... çok bilen, hep bilen, en iyisini seçen, yolu şaşırmayan, burnunun dikine giden, çiçeklerden bal toplar gibi üründen ürüne konan,
kafasında gününü planlayan kadınlar var ortada.. bi de arkalarında tamamen ruhlarını teslim etmiş, nereye götürürsen oraya giden, neye dokunsa "ooo diiill!" sesiyle irkilen, kendi kendine konuşa konuşa önden giden kadının arkasında sabırla oradan oraya kendini atan çocuğun peşinde helak olan erkekler...

hiç böyle bakmamıştınız di mi onlara...

ama o kadar çoklar ki...

götürmeyin kardeşim eşlerinizi zaten hep bilen, en iyi bilenseniz, aman canım o ne anlarcılardansanız, yazık valla adamlara...

irkiliyorum böyle arkada gariban gariban eşler görünce, ne de olsa bugüne bugün erkek annesiyim , di mi ama?..

son karede İkea'da tesettürlü gençten bir bayanın koluna girmiş olan kocasına söyledikleri aynen şöyle, istemeden kulak misafirim oldum, ne yapıyım..

" bak canım, ben durunca durıcaksın, ben yürüyünce yürüceksin, olmaz ki böylee!"

Salı, Kasım 20, 2007

benlik ve özgüven

pazar sabahı Eren'in okuluna davetliydik, Eren'in okulu ebeveynlere özel seminer günleri düzenliyor, hemen hemen her 2 ayda bir Nevbahar Hanım'la çok keyifli bir 2 saat geçiriyoruz.

Bu seferki konumuz "benlik ve özgüven"di..

Benlik nedir? özgüven nedir? nasıl oluşur? nasıl yıkılır?

o kadar akıcı konuşuyor, o kadar objektif bakıyor ve o kadar güzel örnekler veriyor ki pedagoğumuz, sanki o olmasaymış bir çok şeyi farketmeyecekmişim gibi hissediyorum...

karşılıklı etkileşimli seminer sırasında bazı cümlelerimizi deşifre etti bu sefer..

bir kaç örnek yazıcam şimdi, hem kendim okuyup okuyup hatırlamak için, hem de size de faydası olması için..

- 100 defa söylüyorum yine aynı şeyi yapıyor..

- o zaman 100 defa söylemeyin, 1 defa sorun.. siz 100 kez kendi beyninizdeki tanımlı kodları tekrar ediyorsunuz, onun beyninde öyle birşey yok.. bu nedenle de sözleriniz etkisiz.. oysa bir kere, bilemedin iki kere, "bunu böyle yaparsan ne olur sence?" derseniz, kendi kodlamasını yapacaktır çocuğunuz...


- okulda kendi ayakkabısını giyiyormuş, yemeğini de kendisi yiyormuş.. ama evde hepsini bana yaptırıyor... ve yemek yemesi 1 saat sürüyor..

- ilgi bir çocuğun en çok ihtiyaç duyduğu şey.. iletişime geçmenin bir yolu da sizi oyalamak.. oysa birlikte daha güzel şeyler yapacağınıza onu inandırır ve kaliteli bir ilgi zamanı yaşarsanız, bu süreleri kendi de hızlandırmak isteyecektir.


- çocuğuma sürekli övgüler yağdırıyorum, aferin diyorum, ama o yine de çok korkak, afallıyor hep... onun özgüveni yerine gelsin diye hep yeniliyorum oyunlarda, boğuşuyoruz yatakda,yine yeniliyorum ama niye böyle oluyor bilmiyorum..

- çünkü hep yeniliyorsunuz... "hep" çok tehlikelidir.. çocugunuz sizi hep yendiğinde " tamam ben demek ki büyüğüm ve kuvvetliyim " der.. sonra okulda herhangi bir anda yenildiğinde " babam beni kandırıyor, nasıl oluyor da ben yeniliyorum" der... ve karışık duygular onu ortamdan uzaklaşmaya iter, kendisinin ne olduğunu bilmiyordur ki...

bu nedenle de bazen yenileceksiniz, bazen yeneceksiniz...

sonra övgü ve teşvik birbirinden ayrı iki şey... biribirinden çok farklı ve kendini geliştirdiğine delalet eden 3 resminin üçüne de aferin, bravo! derseniz, siz aslında onun farkında değilsinizdir, ve çocuklar bunu çok kolay anlarlar.. oysa "yoksa bu da kedinin kuyruğumu? bak bunu bu resimde ilk kez görüyorum, demek bu detayı bile düşündün bu sefer, çok hoş olmuş" cümlesi çok daha büyük anlamlar içerir çocuk için...

farkındalık hakkında henüz tamamlanmış bir çalışmayı da paylaştı bizimle bu arada... bir parkda koşturan ve o arada ayağı takılıp düşen çocuk anneleri incelenmiş, onlarca tepki kaydedilmiş, çığlık atıp çocugunun yanına koşan, bağıran, korkup ağlayan, gidip 2 tane çocuğa patlatan, vs.. ve tepkisiz kalan... niye düştün diye çocuğuna vuran anne bile tepkisiz kalan anneden daha az zarar vermiş çocuğuna... tepkisizlik karşısında çocukda "ben düştüm, başımdan büyük bir olay geçti, ama annem bunun farkında bile diil, demek sevilmiyorum, ilgi çekmiyorum" duygusu gelişiyormuş...

özgüveni arttırıcı cümleler istedi bizden.. herkes döktürdü tabi....

sonra özgüveni yıkacak cümleler istedi... önce kibar kibar cümleler kuruldu, ama pedagoğumuz biraz daha dürüstlüğe çağırınca bizi, ne cümleler çıktı anlatamam ki bunlar da hep okumuş anne babalar... çocuğunuza söylerken size batmayan, ama böyle bir ortamda söylediğinizde nasıl beyninizin zonklayacağınızı tahmin bile edemeyeceğiniz cümlelerinizi düşünün şimdi...

ben bir örnek vereyim mi?





-böyle yaparsan senin annen olmıcam.....





nasıl korkunç bir cümle di mi?......

Pazartesi, Kasım 19, 2007

vah benim biricik pazarıma!

bu aralar sol tarafımdan mı kalkıyorum nedir? ya da benim gibi pozitif bir insanı bile çileden çıkartabiliyorlar işte mi desem, ne desem?

efendim, oğlum Eren'i 1 yaşından bu yana fırsat bulduğum her anda nerede ne etkinlik var ise götürmeye çalışan bir anneyim, bir gün bile, ki haftaiçi deliler gibi çalışıyorum, mesela bu cumartesi yine fabrikadaydım, zaten iyi bir okula gönderiyorum, onlar da her hafta bir yerlere götürüyorlar çocukları, neme gerek, uzat ayağını otur evinde, ya da bak keyfine çocuk da dolansın etrafında demedim, demiyorum.. o tiyatro senin, bu sergi benim gezdiriyorum çocuğumu... amaç birlikte yaşamak bazı şeyleri, paylaşmak, hayatın içinde olmasını sağlamak...

ama işte bazen de bu samimi duygularımın sömürüldüğünü hissediyorum, kaçıncıdır başıma geliyor... bunu bize yapmayın lütfen...

pazar günü 1 saat kadıköye gitmeye uğraştık, park ettik, çocukları giydirdik, koştura koştura tiyatroya girdik, elma kurtları isimli oyun başladı, ses yok, hikaye yok, eren burunumun dibinde sürekli ne dedi anne, ne dedi anne? hallerinde... konu dağılıyor, dikkati dağılmaya ve çıkalım demeye başladı, ben de anlayabildiklerimden bir kolaj yapıp eren'i heyecanlandırmaya ve devamını seyretmeye teşvik etmeye çalıştım, ama hikaye koptu gitti başka yere.. bu seferde Eren, anne senin dediğin olmadı, ya niye olmadı, aynı sepete düşmüyorlar bak, çıkalım demeye başladı... çocukları etkilemenin yolunun bi bağrış çığrış içinde sağa sola koşuşturma, bi fırtına efektiyle ışıkları ile açıp kapama olduğunu sanıyorlar, bi de süslü kıyafetler... ama o kadar işte...

ukalalık gibi olacak ama bizim sanatla işimiz yok sanırım, genlerimizde yok, kültürümüzde yok işte... zorlamayla da bu kadar mı oluyor nedir? geçen hafta buzda dansa gittik di mi, al karşılaştır işte.. çocukların ağzı açık kaldı, bir dakika bile kopmadı eren, bitmesin diye diye çıktı...

tabi bizde de güzel şeyler yapılıyor, ama deneye yanıla bulman lazım, bu sene hangi oyuna geceler gündüzler harcanmış, kaç prova yapılmış, hangi pedagogun desteği alınmış çocuklara ne veriyor bu oyun diye.... o kadar vakit, enerji, para var mı? soran yok tabii...

30 dakikacık sonra oyun bitti... hadiiii, bunun için mi geldik biz, bi kahve içtik, çocuklara yemek yedirdik.. 1 saatte de hadi eve... neyse arkadaşımla eve gelip çayımızı demledik, kış için çocuklarımız birlikte yapacağı aktiviteler konusunda daha çok referanslı projeler konusunda koşturmaya ve alternatifler üretmeye karar verdik.. 4 kişiyle oynanan masa oyunları gibi...

Cuma, Kasım 16, 2007

aşksız kadınlar...


bunu yazmalıyım...

bence dünyanın asıl sorunu aşksız kadınlar.. bugüne kadar hiç aşık olmamış, aşık olmadığı biriyle yaşayan kadınlar ve aşık olmadığı adamla aynı evde yaşarken yaptığı çocuklar...

aşık olmayan kadın, mutlu etmez.. çünkü kendi mutsuzdur.. mutsuzluğunu başkalarının hayatını didikleyerek, onların bir gıdım mutsuzluğunu bulup bundan beslenerek bastırmaya, örtbas etmeye çalışır... mutlu etmediği ve hala birlikte yaşadığı erkek ise şefkat, sevgi, ilgi göremediği için bunun acısını dışarıdan çıkarır, çalıştığı işyerinde tahammül edilmez bir patron veya hiçbir konuda işbirliği yapılamayan bir mesai arkadaşı haline gelir....iş ortamında aşksız kadının kendisini ise hiç sormayın....

sonra çocuklar... bir kere aşksız bir birliktelikden meydana gelen çocuklar, aynı ebeveynlerle aynı evde büyürlerse, gençlik çağlarını böyle bir ortamda yaşarlarsa bilin ki ileride sürekli, sağlıklı ve sevgi yüklü bir ilişki yaşamaları çok zor... annesiyle babasının kaçamak bakışlarını, annenin göz süzmelerini, babanın anneye keyifle bir bardak içecek getirip şööle birbirlerinin yüzlerine baka baka, keyifle oturduğunu farketmeyecek çocuk varmıdır? söyleyin... çocukluğumdan hatırladığım en güzel anılar hep babamın anneme bahçeden kopardığı gül, annem biseye kırılmışsa hazırladığı barışma yemeği, herkesin ortasında " benim bu dünyadaki en değerli varlığım karım" sözü, "siz gittikden sonra biz annenle başbaşa yaşarız " diyişi oluyor hep..

ilk eğitim ailede başlar.. aşk , sevgi, sadakat da ilk önce baba evinde görülmelidir... söylenerek öğrenilebilecek şeyler değildir bunlar, o ortamda yaşanmalıdır...

hızlı akıp giden hayatın içinde, bir zamanlar aşık olduğunuz adamla şimdi bir şirket kurmuşsunuz da onu yönetiyormuşsunuz, elinizdeki tek kayda değer proje de çocuğunuzmuş gibi bir hayat yaşıyorsanız, şimdi durun, derin bir nefes alın...ve en son kaldığınız yer neresiyse, oradan yeniden başlayın..

siz diğerleri, yani aşkı hiç tatmamış, çok da sevmediği biriyle yaşamaya devam edenler, lütfen etrafınızı rahat bırakın, kendi tercihinizi yaşayın, kimseden bunun acısını çıkarmayın...

Çarşamba, Kasım 14, 2007

iKEA'da dünya çocuk kitapları haftası



12 – 18 Kasım haftası İKEA’ya gelen çocuklar İsveçli yazarların öyküleri ile oyunlar oynayacaklar. Oyun arkadaşları Pippi, Zackarina, Kumkurdu, Papatya, Mio, Bo Wilhelm, Yaşlı Pettson ve kedisi Findus’la öyküden öyküye dolaşacaklar. Kitap okumaya doymayacak, kitapların sayfalarını yeniden tasarlayacaklar. Bu özel etkinlikten çocuklara kitap ayraçları, kitap sayfaları, daha çok kitap sevgisi ve tatlı bir mutluluk kalacak.

Kimler için?
3 – 11 yaş arası bütün çocuklar için…

Ne zaman?
12 – 18 Kasım tarihleri arasında her gün

Hangi saatler arasında?
1. uygulama 14.30 – 15.00 30 dk 3 – 6 yaş için masal saati
2. uygulama 15.00 – 15.30 30 dk 3 – 6 yaş için masal saati

3. uygulama 16.00 – 17.00 60 dk 7 – 11 yaş için atölye çalışması
4. uygulama 17.30 – 18.30 60 dk 7 – 11 yaş için atölye çalışması

Ne yapmalısın?
Etkinliklere katılım sınırlı olduğu için 0216 367 84 37 nolu telefonu aramalı ve randevu almalısın.

Salı, Kasım 13, 2007

inle nine inle!


henüz bizim için erken bir konu... yani ilköğretimde okuma yazmayı sökme eğitimindeki değişiklikler... el yazısı öğretiliyormuş artık, bir de sesli ve sessiz harflerin birbiriyle bağlantısını kurmak için abuk subuk cümleler kuruluyormuş, geçen nazlimo geldiğinde söylüyordu, Ali'ye Ahmet'e kurban olduk valla, öyle garip cümleler kuruluyor ki diye...ama bence hiçbiri "inle nine inle" den daha komik ve garip olamaz...:))))) Ayça Şen çok güzel yazmış, vakti olan okusun....

Cumartesi, Kasım 10, 2007

saygıyla anıyorum

bugün eren'le fabrikaya geldik, pazartesi denetimimiz var, kendi sense check imi haftaiçi yapamamanın verdiği rahatsızlıkla düştük yola... tam arabaya binicez, sirenler çalmaya başladı, araba kornaları... eren irkildi..ve konuşmamız başladı

-eren Atatürk'ümüzün ölüm saati bu..

-şimdi mi öldü?

-hayır eren, bundan 69 yıl önce, hadi biz de saygı duruşunda bulunalım..

-nasıl ?

-gel yanıma...

..............

..............

sirenler bitti arabaya bindik, joy fm'de Atatürk'ün sesi... başladım ağlamaya.. dayanamıyorum onun sesini duymaya.. sanki birden nutkunu kesecek," bana bak mehtap, ben size bu halemi getirin dedim bu memleketi, yazıklar olsun" diyecek... bu fırçayı yemişim gibi ağlıyorum, suçlu suçlu...

- noldu anne, ağlıyomusun?

-evet annecim, onu özledim, keşke o veya onun gibi bir liderimiz olsaydı.

-iyi mi olurdu?

-tabi ya, hepimiz çok daha mutlu olurduk, daha iyi okumuş, daha uygar, daha zengin bir ülke olurduk...gittiğine hepimiz çok üzüldük...çookk

-pelin bile mi? can bile mi???

-onlar da.. evet...hani çocuk haklarını anlatmıştım ya sana...

-evet

-işte o olsaydı, çocukların hepsi okurdu, kimse erkenden evlenmez, sokaklarda dilenmezdi...

biz gururlu bir millettik eren, atatürk de bizim gururumuzdu, gururumuzu korurdu tüm dünayaya karşı, sonuna kadar...şimdi koşa koşa amerika kapılarında soluk alınıyo ya, olmazdı onlar işte..

-ben anlamadım anne

-ben de anlamadım eren, boşver....

*Ata'mın bu fotoğrafı benim aynı zamanda yıllardan beri evimde asılı olan, şimdilerde odamda masamın arkasında asılı duran bir karesidir... çok severim, çok...

Perşembe, Kasım 08, 2007


güzel bir yemek, şarabın kırmızısı, bir geceye sığdırılmak zorunda olan hikayeler, birlikte yaşanamamış son birkaç ayın raporlaşması, son dedikodular, su gibi geçip giden gece....
dün gece Erenin pijamalarını ben giydirmedim, gece kitabını ben okumadım....
dün yüreğimize bir dost eli değdi,dostum Nazlı geldi ve şimdi dönüş yolunda.. güle güle git Nazlimo, gene gel...

Çarşamba, Kasım 07, 2007

çocuk hakları



Okulumuzdan her ay bir araştırma konusu geliyor, bu konuda internet, gazete, ansiklopedi(evinde olanlar..:)leri karıştırıyor ve 2-3 sayfalık bir çalışma hazırlayıp gönderiyoruz.

Bu ayki konumuz "çocuk hakları"... Eren'e önce hak nedir? bunu anlatmam lazım....başlıyorum...

-erencim, sen bu dünyaya geldin ya, senin bazı hakların var..

-yani?

-yani bazı şeyleri talep edebilirsin..

-mesela oyun oynamayı mı?

-yani işte öyle gibi ama biraz daha temel şeyler, beslenme, eğitim, barınma gibi...

-....

- doğduğun anda bir ismin olması hakkın var, sonra bir devlet vatandaşı olma hakkın var...sence başka ne hakların olabilir..

-bisiklet olabilir..bilgisayar olabilir.. yeni oyuncak olabilir...

- .....:)))) dünyada birçok çocuk bunlara sahip değil biliyormusun? okula gidemiyorlar, çok küçük yaşta çalışmaya başlıyorlar, evlendiriliyorlar, ellerine silah veriliyor...

-power rangers gibi mi?

-...!? tamam eren, özetleyelim şimdi, çocuk hakkı neymiş bakalım............



sanırım az da olsa bu dünyaya gelmiş tüm çocukların, eşit haklara sahip olması gerektiğini, temel hakları olduğu kavramını beynine yerleştirebildim...ödevini de hazırladık.. çocuk hakları evrensel bildirgesinin 10 maddesini de özetleyerek birer cümle ile yazdık, kapak sayfamıza da cici çocuk resimleri kesip yapıştırdık...


sonra sabah servisde gazete okurken, 5 dakika içinde üç haber gördüm....4 yaşındaki oğlunu kendisinden olmadığı şüphesiyle döverek öldüren baba haberi, 12 yaşındaki kızları ve oğullarını birbirleri ile nişanlayan aile haberi, 15 aylık çocuğunu gürültü yapıyor diye öldüren baba haberi....


farkındamısınız bilmiyorum, çocuğa yönelik şiddet olayları hergün biraz daha artıyor, vahşi insanlar yaşadıkları kötü hayatların acısını çocuklardan çıkarıyorlar... çocuklar kendi malı ya, ister seviyor, ister dövüyor, isterse de öldürüyor!!!....nerede çocuk hakları, nerde bunun evrensel bildirgesi, yaptırımları vs.??


yasa yapıcılar da, uygulayıcılar da şimdi Eren'in geçtiği eğitimden geçmediler mi? onların anneleri de daha 4-5 yaşındayken kafalarına çocuk haklarını, insan haklarını kazımaya çalışmadılar mı? biz bu eğitimi niye veriyoruz çocuklarımıza, haklarını bilsinler, büyüdüklerinde de bu hakları yiyenlerin karşısına dikilebilsinler diye değil mi?


Salı, Kasım 06, 2007

yaşamın kıyısında ve CKM

geçtiğimiz haftasonunun en kayda değer aktivitesi "Yaşamın kıyısında" oldu.. Fatih AKIN'ı tanıdığımdan beri hiçbir filmini kaçırmadım, bunu da kaçırmamak lazımdı..


Film bence çok başarılı, Tarantino filmlerinin kurgu mantığı var, olaylar birbirine filmin değişik zamanlarında bağlanıyor... teknik iyi...

konu ve anlatış tarzı çok iyi.. göze dürtmeden verdiği çok alt anlam var....

oyuncular çok iyi..

hiç kopmadan seyrettiğim bir film oldu yaşamın kıyısında, tavsiye ederim..

bu arada yine istanbul anadolu yakasında oturanlara bir tavsiyede daha bulunucam nacizane... gitmeyenler caddebostan kültür merkezi ne gidin bir ara.. hatta filminizi de orada seyredin, hatta filmden önce hayal kahvesinde bi yemek yiyin, bi bardak şarap için.. her daim meydanda olan sergilere takılın, d&r a takılın, tiyatro programlarına bakın.. biraz gözünüz gönlünüz açılsın...