Perşembe, Şubat 28, 2008

101 şey


internetten sipariş verdiğim kitaplarım geldi, bir ara bu aralar neler okuduğum ve okumayı planladığım ile ilgili bir yazı yazacağım ama hemen bir tanesinden bahsedeyim dedim...





rutininizden sıyrılmak ister de , ne yapsam diye ortalar da dolanır da, bişeyler gelmez ya aklınıza, sizi bişey (belki bir kitap, bir belgesel, bir söyleşi, bir film) dışarıdan motive etmelidir ya bazen, o anlar için bir kitap çıkmış, duydum ve hemen aldım..


bu kitapda illa bir yerlere git, para harca, yolculuk yap, sosyal ol da denmiyor aslında, onlar da var ama, " bölge milletvekiline mektup yaz", "yetmişinde bir zeytin ağacı dik","gönüllü ol","çocuklarına bir bavul bırak","açıkhavada sezeni dinle" gibi başlıklar da var, her başlığın altında da bazı püf noktalar, hatırlatmalar vs. var..


kitap kendi söylemleri ile " bütün işi gücü yaşamak "olanlar için hazırlanmış...


yaşamak...


kimin amacı başka bişey olabilir ki...


ne yazsam aklım oralara gidiyor...
dün kartalda yaşayan bazı çalışanlarımız izin istediler benden... cenazeleri varmış.. yan komşularının oğlu.. şehit olmuş kara harekatında...
annesini düşündüm bütün gün.. anneleri düşündüm... acılarını en derinimde hissettim.. keşke başka bir çözüm yolu olsa gerçekten.... savaş olmasa, ölüm, acı, hasret olmasa...
pakize sudanın bu yazısı tam da duygularıma tercüman...serde anneliğim var...ben de bağıramam aslanlar, kaplanlar vurun, asın, kesin diye... ben de bağırsam bağırsam yeter diye bağırabilirim sadece ..yeter, ölmesin gencecik delikanlılar.. çözüm olsun, ölüm olmasın derim...

Pazartesi, Şubat 25, 2008

işimde de 10.yılım

evliliğim ile şimdiki işime başlamam arasında tam 1 hafta fark var. 14 subatta evlenip, palas pandıras 23 şubatta işe başlamıştım, aylar öncesinde el sıkışılıp, bekleyecekleri süre 3-4 ay olunca bir de üstüne şöyle yeni gelin olarak gerineyim edeyim, evimi tanıyayım, mutfakda ne neredeydi alışayım, iki üç yemek yapayım, istanbulu tanıyayım, kendi kendime biyerlere gidebileyim bile diyemeden hooop çalışmaya başladım... şöyle söyleyeyim bostancıdaydı ilk evimiz ve apartmanın kapısından çıkınca ne tarafım kadıköy ne tarafım ankara bilemeyecek durumdaydım..:)


sonra deniz işini de bayağı bi anlamamıştım, aşağı iniyoruz deniz var, kadıköye doğru gidiyoruz yine deniz, haritayı önüme alıp ancak anlamıştım karadeniz ve marmara olayını..:)))bi ara istanbul adamıydı yoksa felan diyecek kadar istanbulu bilmiyorum düşünün artık..:) tam köyden indim şehire...



23 subat sabahı kapıya bir saab araba geldi, üç dört ay önce görüştüğüm bey beni ilk gün işe götürme inceliğinde bulunmuştu.. elimi kolumu nereye koyacağımı, ne anlatacağımı bilemez bir halde yarım saat yolculuk yaptık..... o kadar centilmen bir beydi ki.. ofise geldik, bana süper bir kahve yaptı.. galiba şansımın yaver gittiğini hissettiğim ilk an oydu.. ısınmıştım, hem ofise, hep patrona... birlikte o kadar güzel işler çıkardık ki..yaklaşık 1 yıl sonra hiç unutmuyorum Kölnde bir fuardayız, gündüz ayaklarımıza kara sular ininceye kadar geziyor, notlar alıyor, görüşmeler yapıyoruz, standımızda takılıyoruz, akşamları da birbirinden güzel restaurantlarda yemekler yiyip, şaraplar içiyor, tadına doyulmayacak sohbetler ediyoruz, o kadar mütevazi, o kadar hoşgörülü, olgun, esprili insanlarki karşımdakiler, içimden bir an için şu cümleyi kurdum, " 10 yıl sonra da bu firmada çalışıyor olacağım, ve süper bir kutlama yapacağım o zaman" ...



ama galiba eksik dilemişim, ben buradayım tam 10 yıldır, ama onlar gittiler, geçen sene firmamızı devrettiler, sık sık görüşüyoruz hala, geçenlerde bu içimden geçirdiğim şeyi söyledim onlara , dedim neredesiniz parti zamanı geldi, gözleri doldu ikisinin de...



yaptık bir parti, ben içimden verdiğim sözümü de yerine getirmiş oldum, üçücük eski patronlarımızdan benim biriciğime süper bir sürpriz doğumgünü partisi organize ettik, konuşmayı ben yaptım, ne çok söyleyebileceğim şey vardı, heyecandan hızlı hızlı ilk anda aklıma gelenleri sıraladım, oturdum yerime, ağlamamak için zor tuttum kendimi, o ise çokdan gözlerini siler durumdaydı... iyi ki onları tanıdım, iyi ki onların firmasında çalışmaya başladım...



gerçek insan olmayı, mütevaziliği, kibarlığı, herşeye rağmen iyi olmayı, karşılıksız iyilik yapabilmeyi, öğrenebildiğim kadarıyla artık, onlardan öğrendim...



Perşembe, Şubat 21, 2008

çok sevdiğim bir anektod vardır, iyi fotoğraf çekebilmeyi çok isteyen biri varmış, uğraşmış, didinmiş, gitmiş en pahalısından en kalitelisinden makina almış, çalışmış...ama bir türlü istediği başarıyı yakalayamamış.. bir gün ansızın karşısında ARA GÜLER'i görmüş ve ona ben bu kadar yıldır böyle böyle uğraşıyorum, senin makinanın aynısından da aldım, ama bir türlü olmuyor, niye ki demiş, Ara'da her zamanki muzip ifadesi ile "sen fotoğrafın makina ile mi çekildiğini sanıyordun kuzum" cümlesini patlatmış....

aşağıdaki video bana bunu hatırlattı.. resim yapmak için göze bile ihtiyaç olmayabiliyorken, herşeyimiz sapsağlam iken bu kadar hayıflanma niye ki...



bir de biz burada 6 aydır takıldık kaldık aynı gündeme gidiyoruz, elin batılısı da gelip bizim Ankaradaki mucizemizi üniversitesinde tez konusu yapmıyor mu?? ne diyim ben size, ne diyim ben bize??

beş altı cümlede durumlar

önemli ve özel yatılı misafirler... akşam yemekleri, özenli sabah kahvaltıları...

bu misafirliğin ortasına düşen kar fırtınası..... misafirlerin askerdeki oğullarına gidebilmeleri için o fırtınada yapılan yolculuklar..

hastalanan oğlum, arka arkaya öksürük, kusma nöbetleri ile geçirilen geceler, kardan dolayı bi türlü gidemeyen arabalar ile arşınlanan hastane yolları..

misafirin yorgunluğunun üzerine, bir de çocuğumun hastalığı ile iflas eden ben...

bu aralar 50 yaşında nineler gibi sandalyeden doğrulmama sebep olan bel ağrılarıma eklenen gribim...

işe gitme zorunluluğum...

elinden bişey gelmeyen üzüntülü arkadaş haberlerine, arada kalan çocuğa duyulan derin üzüntü...

arada kaynamış eş doğumgünü... herşeye rağmen dün gece hazırlanmış özel bir yemek ve doğumgünü kekinin(pastasının değil..:) üstünde beyaz kalın bir mum..:)

su son 4-5 günde en güzel anım, herşeye rağmen korayımla pazar gecesi yaptığımız sıcak şarap ve sucuk partimiz, iki kişilik, kış balkonumuzda.. hoş onun gecesi sabaha kadar yatak nevresimlerini değiştirmekle geçti(eren her yatırdığım yatağa kustu sağolsun) ama olsun... çok romantikdi.. balkonumuzun manzarası çok güzel, geniş bir bahçe ve ortasında küçük bir şelalenin aktığı havuz, kamelya, yeşil aydınlatma ışıkları, beyaz lambalar, heryer kar ve lambanın altında da yeni yağan karın tüm çıplaklığı.. karı sadece o gece sevdim bu sefer, sadece o gece....

Perşembe, Şubat 14, 2008

birlikte 10 yıl!

dile kolay.. yok aslında herşeyiyle kolay bir 10 yıl bu... ne zaman başladık aynı yolda yürümeye, ne zaman geçti bu 10 yıl.. sahi ne yaptık biz bu koca zamanda... gözlerimizi kapadık, bir açtık, geçmiş 10 yıl, bir de meyve vermiş bize bu arada, hem de cennetten düşme..


bugün evlilik yıldönümümüz bizim, büyük bir heyecanla karar verdiğimiz tarihimizden her ne kadar şimdi biraz pişman olsak da..:), bu pişmanlık sadece tarihinde oldu neyseki..kalan herşeyiyle her geçen gün daha da birbirimize bağlandığımız, sevgimizin saygımızın katlanarak arttığı, bir gece görüşmeyince birbirimizi özlediğimiz bir evliliğimiz oldu şükürler olsun...




hiç mi azalmadı sevgin, hiç mi sıradanlaşmadı hayatın, hiç mi öylesine ve önemsiz ve değersiz hissettirmedi seni eşin diye sorarsanız, cevabım hep hiç! olacaktır..


belki nacizane artık bir 10 yılı devirmenin gururu ile iyi evliliğin sırlarını verebilirim size...


yok vazgeçtim, ne tavsiyeleri..

sevdiğiniz ve size değer veren birini bulursanız, ya da onunla evliyseniz ne yapın edin duygularınızı hep sıcak tutun, zaten akşam göreceğim ya diyip onu 2. sıraya koymayın, cepde görmeyin, gözlerine bakmayı unutmayın, akşama kadar gözünün içine baka baka çalıştığınız insanlardan ayrılıp evinize gelince eşinize sırtınız dönük onu dinlermiş gibi yapmayın, oturun ve dinleyin...onu merkezinize koymayın, sizi sevdiği zaman da bir hayatınız vardı ve sizi o hayatın içinde bir bütün olarak seviyordu bunu unutmayın,ondan da 24 saat size ait olmasını beklemeyin, ama onun yörüngesinin en parlak yıldızı olmayı da ihmal etmeyin... sevin, hem de çok ama çok sevin...

ben seviyorum, hem de çok ama çok seviyorum...

not: yazınca farkettim, yine tavsiyelerle dolu olmuş ama neyse..:)




bu gece gelen güllerim ise bir ayrı güzel, her bir yıl için bir tane....

Pazar, Şubat 10, 2008

aşkın yaşı kaçtı?



bana sorsanız ilk aşkımı sanırım 4 yaşında felandım yaşadığımda.. nasıl hatırlıyorsun demeyin, benim garip bir beyin yapım var, lise arkadaşlarımı sorsan 5-10 kişinin ismini zor çıkarırım, ama çok geçmişi hatırlayabilirim... bir garip durum...
ilk aşkımla ilgili tek hatırladığım(hayal meyal) sokağa çıkar çıkmaz onunla karşılaştığım ve onun kovalamaca oynamada beni seçmesini istediğim.. o da beni seçerdi hep, hatta şu anda anlımın ortasında bir iz var benim ,ondan hatıra kalan(ona da mı sarsam..:) kovalayıp kovalayıp sonra da itmişti beni, ben de kaldırımın kenarına çarpmştım anlımı, koca bir delik açılmıştı.. bi müddet ona küstüğümü hatırlıyorum..çok sürmemiştir herhalde...
nerden hatırladım bunları? derim ya hep, çocuk bir çeşit dejavu hali işte... persembe akşamı arkadaşım dilek ve kızı eylül ü bekliyorduk.. babamız şehir dışında olunca, hemen bu fırsatı değerlendirip kızkıza şarap, makarna muhabbeti planladık..çocuklar da birlikte takılırlar dedik.. ben mutfakda hazırlanırken eren konuşmaya başladı ..
- ben aslında kız çocuklarını sevmiyorum..
-neden annecim?
-çünkü onlar arabacılık oynamıyorlar, legodan otopark yapmacılık oynamıyorlar.. hep barbi marbi, pehhh!
- ama sen teklif ediyomusun ki, belki de oynarlar
- ama bi kızı seviyorum
-kimi annecim
-tilya'yı
- öyle mi? o oynuyormu seninle otoparkcılık?
-oynamıyor, ama o bugün çok güzel bir kolye takmıştı anne, hem de kalpli...
- aa öyle mi, söyledin mi kolyen güzelmiş diye..
- söylemedim.. onun kolyesini öpüp öpüp yanağıma koydum
-?!?!..:) nasıl yani?kolyeyi sana mı verdi?
- hayır ben onun yanında durdum annneee....hem o çok güzel giyiniyo biliyomusun hep..
-......


ben hep kendi hatırladıklarımın yaşım için mümkün olmayacağını, sonradan yazdığımı düşünürdüm...:) değilmiş herhalde...görünen o ki aşkın yaşı çok ama çok küçük..:)

Çarşamba, Şubat 06, 2008

persepolis


şu sıkıntılı günlerde okunması tavsiye edilesi bir kitap mı bilmiyorum, belki aslında tam da tavsiye edilmesi gereken zaman.. ama ironik olan ne biliyormusunuz? okuyanlar zaten sorgulayanlar, gerçekleri görenler.. sorun zaten okumayanlarda değil mi? bilinçli olarak eğitilmeyen, okutulmayan, gözleri açılmayan, sorgulatılmayan, kandırılanlar değil mi?
filmi girmişti vizyona geçtiğimiz yıl, benim gibi filmi kaçıranlar için şimdi kitabı basıldı..
iran molla devrimi sırasında yaşananları bir çocuğun bakış açısından sergileyen bu politik animasyonun kitabını da okuyabilirsiniz artık..

sportmen oğlum benim..





Pazartesi, Şubat 04, 2008

sobelendim!

henüz 4,5 yaşında bir çocuğum olduğu için ilkokula başlamış, okumayı sökmüş bir prensese hangi kitapları önerebilirim teredütü yaşadım bir süre...nazkız sobelemiş beni..

geçenlerde bir arkadaşımın çocuklarının kütüphanesinde görüp, ayaküstü okumaya daldığım bir kitap serisi gelmişti aklıma, pazar günü nazlimoyla alışverişe çıkınca pat diye aklıma sobem geldi, D&R da buldum kitapları.. çıtır çıtır felsefe serisi.. yaş çok tutmadı aslında... biz de en basitlerinden başlarız dedik.. "güzellik ve çirkinlik" kitabını aldık... ilerleyen günlerde diğer kitaplarını da tamamlarız artık yavaş yavaş.....güle güle okusun.. okuyunuz nazlıcım...