Cuma, Haziran 27, 2008

eeee yeter artık!

ufacık bir şey söyleyeceğim, bizde hiçbir travma yapmadı, babamda da, dedemde de, büyük dedemde de... bilakis, hepimiz hergün O'na şükrederek, devrimlerine sıkı sıkıya tutunarak yaşadık.. Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayıp da bu devrimlerden travma geçirecek ben kimseyi de tanımıyorum..kabul etmek de istemiyorum.. siz biz yapmaya çalışıyorlar, kabul etmiyorum... bu travmayı geçiren, hatta beyni bu nedenle sulanan varsa da sayıları üçdür beşdir...

keşke istedikleri fesi takabilecekleri, tekkelerinde el etek öpebilecekleri, latin alfabesinin kullanılmadığı yerlere gitse de bu üç beş kişi , biz de temelli kurtulsak bunlardan...

bu ne hazımsızlık Atatürk'e karşı, yoksa kıskançlık mı demeliyim??

Salı, Haziran 24, 2008

var mı yaz gibisi...

çok hızlı geçiyor.. ve çok keyifli.. akışına bıraktım yaz günlerini.....doyasıya yaşıyorum...ben yaz güneşini çook seviyorum...sabah erken doğan güneşi, hemen kararmayan akşamları, deniz kenarını, istanbulun tatil hallerini....

ve tabi gezgin hallerimi.. çat kapı baba evi keyiflerini...




Salı, Haziran 10, 2008

var mısın? yok musun?


şaka yapıyorlar sanki... nadiren denk gelip takılıyordum, o zaman bu kadar zıvanadan çıkmamışlardı, ama yine de çok sıradan, olasılık hesabına dayalı, abuk bir yarışma olduğunu düşünüp çeviriyordum hep kanalı.. hiçbir katma değeri olmayan, kendini yenilemeyen, embesil gibi durmadan numaraların söylenip eller ağza kapatılıp heyecan efekti verilmeye çalışılan bir yarışmaya ne kadar prim verirdi ki ratingler, iki üç bölüme kalmaz kaldırırlar demiştim...

yanıldım, hem de ne yanılmak... insan olmanın hiçbir yanının sorgulanmadığı, ne fiziksel, ne beyinsel fonksiyonlarının zorlanmadığı bu yarışma aksine çok beğenildi... bayıldı millet... ne de olsa işin ucunda "cumhuriyet hangi yılda ilan edildi?" gibi bir soruya bile saatlerce düşünüp elaleme rezil olma kaygısı yoktu... kızsan güzel olman, erkeksen gözünün görmemesi, komik olman, iyi şarkı söylemen, aksanlı konuşman vs. yetiyor da artıyordu...

ne diyordum? seyretmediğim bu zaman zarfında millet iyice zıvanadan çıkmış.. herkesde bir hislenme halleri.. gerçekden ve inanarak sorulan "ne hissediyorsun ahmet, büyük mü hissediyorsun, küçük mü?" soruları almış başını gitmiş... içinde ne olduğu malum kutunun başında toplaşıp hu çekmeler, el ele tutuşup rakam değişsin diye büyü yapmalar, büyük rakam çıkınca özür dilemeler, (niyeyse?), dolup taşan gözler, araya attırılan dramatik öyküler... "hislerin kuvvetli senin, süper rakam çekersin sen" ara gazları...
"demin hissetmiyordum, şimdi geldi hislerim.."
"sanki büyük hissediyorum, yok yok şimdi birden küçüldü hislerim" muhabbetleri...

inanamıyorum valla ne diyim, keşke bir dakika dışına çıkıp bakabilseler hallerine.. bunları tıktıkları yerde gerçekden pek bi hislenmişler, 6.his yetmemiş,7.,8. hisleri felan olmuş ama bu arada bütün mantıklarını da kaybetmişler sanırım....

bu arada acunılıcalının ne kadar sıkkın olduğunu farkettiniz mi, adam bu kadar parayı cukkalamıyor olsa bölüm başına, valla bağlasan durmayacak halde...

öyle ki bir de ingiliz konuk çağırmışlar bu bölüme, acun sıkılmasın diye, adamcağız nevi şahsına münhasır(!) acun ingilizcesini özlüyor belli ki...

Çarşamba, Haziran 04, 2008

gene çok sevdim kendisini...

evet, kabul, zor bir şehirde yaşıyoruz.. 1 saatte işe gidip 1 saatte dönüyoruz.. herkesin 2 verdiğine bizden 4 isteniyor.... anadoluya göre güvenlik anlamında daha tehdit altındayız..
kalabalığız, karmaşığız, metropoluz vs.. ama birden bir fırsat çıkıyor karşımıza, kendimizi boğazın kenarında bir yalıda buluyoruz, hepi topu 100- 150 özel konuğu oluyoruz birden... boğazın küçük dalgalarından kopan su zerreleri yüzümüze değiyor, o derece içindeyiz boğazın.. ışıl ışıl , gerçekden inci gibi... gerdanlık gibi... pırlanta gibi... gece bütün sorunlarının üstüne bir perde oluyor bu şehrin..
ve karşımızda Candan Erçetin, tamamı fransızca şarkılarından oluşan bir repertuar hazırlamış.. konukların yarıdan çoğu fransız, nasıl mestoluyorlar.. hangisiyle konuşsam ağzından salyalar akıyor, boğazı, yemeklerimizi, kısaca keyfimizi anlatırken bize...
işte ben bu şehrin birden beni başka bir dünyaya çekebilme ihtimalini seviyorum,
sürprizlerini seviyorum,
ve böyle gecelrden sonra iyi ki buradayım diyorum...

başka istanbul yok...

Pazartesi, Haziran 02, 2008

dejavu


mutfakda ben yemek hazırlarken bir yandan, babası da erenin yanında otururken, ve biz sohbet ederken usul usul, Erenden bir ses geldi..." biliyormusunuz, ben bu yaşadığım hayatı daha önce yaşamıştım"

birden sustuk..

-ne dedin eren sen?

-ben yaşadıklarımı hep biliyorum, hep... daha önce yaşadığım şeyleri bir daha yaşıyorum... çok garip di mi anne?

- buna dejavu denir eren..ama senin yaşında da yaşanırmıydı bu bilmiyorum.. ya da yaşansa bile bu kadar düzgün cümlelerle tarif edilebilirmiydi onu hiç bilmiyorum!..

- dejavu nedir yani?

- bazen birden yaşadığın o anı daha önce yaşamış gibi olursun ya , buna dejavu denir işte..

-anne benim bazen değil ki, ben hep yaşıyorum bunu...


!?!....


ne garip değil mi? şok geçirdik ikimiz de, oğlumuz ilk dejavusunu yaşadı ve bunu da tarif edebildi.. bunu not etmek lazımdı...

ilk dişi, ilk yürüyüşü, ilk okula başladığı günlerden geldiğimiz son nokta olması açısından bence çok ama çok önemli...


ilk dejavu su...

-