Pazartesi, Ağustos 18, 2008

telgrafın teli felan kalmamış

hayat devam ediyor.. her hafta bir tören, bir sünnet, bir nikah, bir kıyamet..:)

hangi birine gitsem...çoğunluğu deniz aşırı değilse de otoban aşırı, hatta bazıları köy yolları aşırı.. bir çoğuyla da bir selamım kalmış o kadar, o da karşılaşırsak bir yerlerde.. ama anneler, babalar arkadaş, akraba, bilimum samimiyet içinde..:)

homurdanmalar, söylenmeler karşıdan; telgraf çekicem anne , bi ara gelince de evine gideriz sözlerim bi yandan...

telgraf çekmek de kolay değil(di) ki canına yandığımın istanbulunda... ama söz verdim, her ne kadar oralardan 5 paralık bir söz gibi gelse de bana göre büyük iş(di)...

dedim internetten bi bakıyım, bu işin bi kolayı varmıdır diye?

ya ben bu interneti çooook seviyorum ya, geek miyim neyim, onun için de çok sosyalim ya neyse, beğenmediğin ptt bile internetten telgraf göndermeyi başlatmış.. yuppiiieeee!!!
ilgilenenler için internetten e-telgrafı nasıl kullanacağınıza dair buraya hemen e-telgrafınızı göndermek için buraya tıklayabilirsiniz...

olimpiyatın süper anneleri

“Kızlar sırt çantasıyla seyahate çıkmaktan veya Bali’ye gitmekten bahsediyor, benimse salı ülkeme dönüp çarşamba sabahı kızımı okula götürmem gerek”

ellerimiz bom boş!


TRT3 ana kanalımız oldu kaç gündür... bir televizyonda sürekli olimpiyatlar açık... ağzımız açık seyrediyoruz insanoğlunun sınırları nasıl zorladığını.. performanslara hayran kalıyoruz.. Michael Phelps 8. altın madalyasını aldı, insan görünümlü bir balık olduğuna kanaat getiriyoruz artık...


hayat hikayeleri yayınlanıyor sporcuların sayfa sayfa gazetelerde, sabah 4de başlayan her akşam 9 da yatakda son bulan çalışma maratonlarına şaşıp kalıyoruz.. bu nasıl disiplindir, nasıl bir profesyonellikdir anlamaya çalışıyoruz...


sonra kendimize bakıyoruz, daha şimdiden 3-4 anne yanyana gelsen, yüzme kursundan, basketbol antremanından, bale çalışmalarından, jimnastik dersinden geçilmiyor... aman efendim başarılar, aferinler çocuklarına gırla gidiyor.... sonra ne oluyorsa oluyor ortada bir tane adam kalmıyor, ne oluyor da o hani 3 yaşında 3 stil yüzen, 10 parmak piyano çalan, ya ne bileyim "bu yaşda bu yetenek, aman efendim çocuğunuz süper" aragazlarıyla büyüyenler yetenekleriyle ortadan kayboluyor... suçlu sbsler, oksler, össler mi? anne, babalar sporu, sanatı sadece hobi olarak, çocuklar zevkli zaman geçirsin ama sakın bütün zamanlarını geçirmesin görüyorlar da oondan mı?

yüksek puan dışında hiçbiryerde gelecek göremeyen gençleri, ebeveynleri nereye kadar suçlayalım?... haksızlar mı?...

hadi sahipli çocuklar diyeceğim onlara, spordan , sanattan uzak tutululardı(!), ya varoşlardaki yetenekliler, onlar bulunup çıkarılamazmıydı, tek kurtuluşlarını sporda göremezmiydi onlar, biz de böyle aval aval önümüzden geçip giden altın, gümüş, bronz madalyalara bakmazdık, biraz nasiplenirdik belki...


yoksa başka birşeyler daha mı var, buyrun YILMAZ ÖZDİL'in dünkü yazısına....

Çarşamba, Ağustos 13, 2008

oğlum yüzme kursuna başladı, hergün bir heyecan geliyor, kolluksuz yüzüyorum, en iyi ben yüzüyorum diye...Onun o mutlu halleri beni mestediyor...
arkadaşlarıyla birbirlerinin kulağına fısıldayıp program yapıyorlar, akşam oldu mu zıır telefon, eren yarın servisle bize gelebilir mi annesi?diyen anne sesleri... belli tembihlemişler, annen annemi arasın denmiş.. biz alamıyoruz haftaiçi, anne işde, gündüz de abla yok, okula da tam zamanlı gidiyor bu yüzden.. çağıran annelerin tekliflerini kabul etmekle geçiyor günlerimiz..:)
şehir çok sakin, hava yaz havası değil, esiyor serin serin her daim..
oğlumun doğumgününde bana da bir hediye geldi, ne sevindim, goncacım bir kitap almış, lunapark kapandı ismi.. nasıl hızlı okudum, bu yaz en hızlı okuduğum kitap bu...
böyle yumuşak ve duygusal bir kitapdan, nazlıcımın hediye ettiği ortadoğu kitabına başladım,kitap ne güzel bir hediye, bu yaz bana çok nasip oldu ama olacak şey değil, dünya anlayamamış ortadoğuyu, ben bir kitapdan konuyu kıvırmaya çalışıyorum, ara verdim, ekim gibi devam edicem bu kitaba, kasvetli sonbahar havalarına bıraktım, ambiyans da uysun diye..:)
lenny kravitz konserine gittim, açık havada, gençliğimizin en iddialı şarkılarının sahibiyle burun buruna, kulağımdaysa canlı canlı sesiyle mest oldum...kuruçeşme arenaya her gittiğimde dünyada böyle güzel bir konser alanı varmıdır acaba diyorum hep... köprünün ışıklandırması müzikle aynı ritmde dans etti gece boyunca.... çok sevdim o geceyi..
böyle işte... haberleri açmıyorum, ama gazete okuyorum.. bu yüzden de herşeyden haberim oluyor maalesef... bilmesem daha iyi, hiçbişey yapamıyorum ki... sinirlerim zıplatan haberler, yüreğimi burkan haberlerden kendimi toparladığım aralarda işte böyle yaşayıp gidiyorum...

sahi kızı göcük altında kalan babanın sözünü duydunuz mu? "bale yaparken, dans ederken, gezerken ölmedi kızım" dedi," kuran kursunda şehit oldu".... muş...

Cuma, Ağustos 01, 2008

nasıl bir yaz bu böyle...

ben ne kadar güneşin, uzun yaz gecelerinin kollarına bırakıp kopmak istesem de gerçeklerden, heryerimizi sardılar bu yaz... kapansın, kapanmasın, kapansın, yo yo kapanmasın... ülkenin bugünkü çıkarları ile oğlumun gelecekdeki sıkıntıları savaşıyor birbiriyle ruhumun derinliklerinde... neden yoruyorlar bu kadar bizi? niye hepimiz aynı yöne bakamıyoruz? kim bizi bu hale getirdi? biz nasıl bir milletiz, bir maç oldu mu tek yürek, tek bayrak da; geleceğimiz söz konusu olduğunda birbirimizi bu kadar kolay parçalayabiliyoruz?

sahi bir de kim bu erkenekonlar... bunu anlamak için bir kitap bile almak zorunda kaldım yazgünü yazgünü... niye hep bişeyleri anlayamıyoruz, dışında kalıyoruz, kafamız bulanıyor, kim niye zarar vermek istesin yanındakine, tarafındakine.. amacı ne olabilir ki bunların, devletten üstte bir yerde olmayı istemek nasıl kör edebilir gözleri böylesine... bu nasıl bir zihniyettir, okuyup anlayabilirmiyiz ki.. bize kim ne biliyor da ne kadarını anlatabiliyor ki...okumasam mı acaba hiç, bilmesem, bilmek istemesem...

terörün acımasızlığına ne demeli... ne istersin haftasonu tek lüksleri, tek keyifleri belki bilmem kaç yıldır hiç çıkamadığı mahallesinin çarşısında bir pazar akşamı yine soluklanmaya çalışan insanlardan...neden bel altına çalışıyorsun? neden arkadan vurmaya çalışıyorsun? sahi sen kimsin? çok acımasızsın...

ya size ne demeli, ne işi var bu çocukcağızların bu yaz sıcağından bir ovanın bir köyünde, bir binanın içinde, onlar daha küçükler, gençler.. kaçı gerçekden bu yazlarını bu kursda geçirmeyi istemiştir acaba... diyelim hepsi çok istedi, başımla beraber... kim bu çocukların başındakiler, ne demek "tüpün borusu çıkmış, sen git yat bişey yok".. kime bağlı bu kurs? kim sorumlu?

bu kadar soru insanın kafasının içini kemirirken hergün, hergün... hangi yaz, hangi ağıztadı?....