Pazartesi, Ocak 28, 2008

karnelere tebrik, annelere etkinlik

çok komik bir haldeyiz... evin her yeri darmadağın.. erenin odasındayız 3ümüz... laptop kucağımda erenin yatağına kuruldum.. korayla eren de halının üstünü tamamen kaplaycak bir otopark yaptılar legodan...arabaları da bölüştüler... garip garip cümleler kuruyorlar.. kim büyük kim küçük karıştı aşağıda..:) evcilik oynar gibiyiz bu gece... çocuk odasında çocuklaşıyoruz biz de... :)
lk karnemizi aldık bu sene... "her zaman"lar çoğunlukda, "birkaç tane " genellikle" var, bir tanecik de "bazen"... bu güzel karneyi cumartesi kutladık tabi...koray bütün gün ustalarla beraberdi, bize de eve uğramayın dedi... hem de bize, süper, daha ne isteriz ki...araya bi takım evsel,perdesel, tamirsel, halısal işleri de sıkıştırarak erenle bağdat caddesinden başladık, erenköy, bostancı, ikea ve en son ümraniye carrefour'da soluğu aldık.. orada bir crocus park var, bilenler bilir, bilmeyenlere söyliyim.. 4-7 yaş arası , fişşek gibi, şimşeekkk gibi bi oğlunuz varsa crocusun üst katı tam size (bize) göre... herhalde bi 1000m2 alana yayılmış labirentler zincirinde çocuklar bi kaybolup bi çıkıyor....aslında çocuğunuzu bırakıp alışveriş yapabiliyor, kahvenizi içebiliyorsunuz rahatlıkla.. ama o kadar keyifliydi ki ereni seyretmek bırakmaya kıyamadım...
hazır yarıyıl tatilindeyken gidebileceğiniz yerlerden biri diyebilirim...
bir de bu aralar erenin çok keyif aldığı bir dersden bahsedicem, pace sanat evi 'nde seramik dersi alıyor eren bir süredir...haftada bir gün bu sanat merkezine gidiyorlar okulla.. küçük çocuklar için bir sanat merkezi burası.. ataşehirde...bu aralar çok güzel kış sanat kampları var.. çocuğuna bir etkinlik arayanlara, yani istanbul'da olup da diyelim, bizden tavsiyeler efendim...
tüm karne alan çocuklarımızın da yanaklarından öpüyorum, tebrikler..

Pazar, Ocak 27, 2008

durumlar

neresinden başlasam.. bakıcı ablamızın çocuklarının annelerinin çalışmasına alışamayıp psikolojilerinin bozulması, derslerinin kötüye gitmesi ve buradan bana kesilen ceza.. işi bırakıyor..... gene sıkıntıdan yatakda 1000 kere döndüğüm geceler... nasıl birini aradığına karar verme ve bu abuk programa uyacak birini bulma(sabah okula bırakma işi bitiyoooorrr...:))) , ve ona güvenme, evini, çocuğunu emanet etme kaygıları...yaşadım.. geçti biraz şimdi... birini buldum,karşılıklı 2 kez kahve içtik, sohbet ettik, koşullarda anlaştık ama asıl kaygılarımızı giderdik karşılıklı, ona da zor bana da...

ama işin süperini söyleyeyim, yan sitedeki apartman görevlisinin hanımı, çok aklı başında biri ve hanım hanımcık... sanırım 24 saat yakınımda biriyle erenin sorumluluklarını paylaşmak bana çoook iyi gelecek...

yeni düzene geçmeden önce, pınarın bana verdiği bir söz vardı, bu bahar büyük bir temizlik yapacaktık, ben gidiyorum der demez, bu kadar derdin arasında ilk cümlem " peki badana?!" olmuş.... yaptır istersen dedi, valla hemen çağırdım ustaları, ev nasıl dandini şimdi anlatamam..2 gün felan anca kaldı, misss gibi oldu evim, misss....bayılıyorum badana boya kokusuna valla... bahaneyle yeni bazı dolaplar vs. de çizdik, yapılacak şimdi..

bu satırları yazarken "mutluluk" u seyrediyorum..o yüzden de kesik kesik yazdıklarım... nasıl güzel bir hikayeymiş....ne güzel oyunculuklar.. helal olsun aldığı ödüllere,ne diyim..sahneler , görüntüler, süpeerrr

Çarşamba, Ocak 16, 2008

dayak!!


erenin bakıcı ablasının 2 çocuğu var, dudulluda bir okula gidiyorlar, pırıl pırıl iki çocuk.. birgün pınar berbat bir halde geliyor eve, sesinden anlıyorum, ne oldu dememle, bir avazda çocuklarının okuluna gittiğini ve gözünün önünde bir öğretmenin bir öğrenciyi dövdüğünü, yetmeyip onu bir de bir odaya sürüklediğini anlatıyor... bana hem de.. deliriyorum.. tekrar tekrar dinleyip.. doğru milli eğitim bakanlığını arıyorum, oradan ilçe eğitim müdürlüğüne yönlendiriliyorum, pınarın ağzından bir dilekçe yazıyorum felan... sonra birgün, işimin en yoğun olduğu günlerden birinde telefonum çalıyor, müfettiş, müdür ve bağımsız seçilmiş başka bir okul müdürü bir araya gelmiş, benim ve pınarın ifadesini almak için davet ediyorlar... devletin işine bak!!.. hepsi toplaşıp çaylarını söyleyip sonra beni arıyorlar, ben boş gezenin boş kalfası yaa!!gidemedim tabi, ehh siz bilirsiniz havaları, dedim başka bir gün ayarlayın ama haber verin bi zahmet, işimi ayarlayım, heee gülüm dediler, sonra eve bir zarf geldi, takipsizlikden dosya düşmüş!!!!! o öğretmen de aynı okulda, din öğretmeni kendisi...
şimdi bu haberi de okuyunca, dedim acaba din öğretmenlerinin genel bir sorunu mu bu, o çocuk da mı aleviydi, kendi aralarında bir and içtiler de bu mezhebe kendilerince haddini mi bildirecekler...
ya da müslümanlığın iyi yönlerini yaladılar yuttular da, bunlar din öğretmeni ya,öyle bi yuttular ki çıkaramıyorlar mı işkembelerinden.. geriye sadece öfkeleri mi kaldı, nedir dertleri, bilen var mı???
nasıl bir konuşmaydı öyle ya... türban tülbenttir, efendim çoğunlukla pamuklu kumaşdır, beyazdır.. fransızcası da turbandır..
almış bizi karşısına çatır çatır türbanı anlatıyor, öğretiyor, içselleştiriyor.... arada mahsun mahsun bakıp hak vermemizi bekliyor...şaşırdımmm!!
ifadeler sertleşiyor.. hiçbir simge yasak olamaaazz deniyor, mazlar muzlar çoğalıyor...


aklıma bir reklam sloganı geliyor, geçen yıllardan, tüylerimi diken diken eden, kendimi çıplakmıyım diye sorgulatan..."giyinmek güzeldir"diyen..

Cuma, Ocak 11, 2008

bu haftasonu eskişehire gidiyoruz, eşimin mezunlar buluşması var, gündüz okul sıralarında temsili ders dinleyecek, kantinde takılacaklar.. bu arada ben de tüm gün kız kardeşimle tavaf edicem eskişehiri şööle bi.. akşama da yemek var.. bir sonraki gün de devam ediyor etkinlikleri, bizim gençliğimizde eskişehirde kayda değer bir tanecik hamburgerci vardı, öyle bir yerdi ki herkesle orada buluşulur, her akşam uğranır, yemek yenmeyecekse bile bi bakılıp çıkılırdı...şimdilerde gece klüplerine çekilen bu numaraları biz zamanında hamburgercilerde yapıyorduk yani..:))) işte o hamburgerci hala dimdik ayakda.. hem de aynı yerinde.. bir sonraki gün de o hamburgerci kapatıldı, orada öğle yemeği yenilecek... nostaljik bir program... hoş daha çok eskişehirle ilgisi kalmayan ve sadece bu aktivite için gelenlere göre bir program ama biz de keyifle bu atmosferi onlarla beraber yaşayacağız...
yol da keyifli olacak , kalabalık gidiyoruz çünkü...çoluk çocuk toplandık, gençliğimizin izini sürmeye gidiyoruz yani..:)
sizlere de güzel bir haftasonu diliyorum..dönünce görüşmek üzere...

Perşembe, Ocak 10, 2008

doğru ne ki?

bazen oturup düşünüyorum, hayat bu kadar zor olmalı mı gerçekten.. ya da biz mi zorlaştırıyoruz? hayır, moralim bozuk felan değil, sadece aldım kahvemi elime düşünüyorum öylece.. mesela ben neden sabahın bu saatinde evimden 45km. ötede bir işyerindeyim, her sabah yaşadığım o telaşeye ne demeli, bir yanda banyonun önünde bugün okula gitmek istemiyorum diye ağlayan çocuk, bir yanda benim bi şekle sokmaya çalıştığım saçlarım, akşamdan tost makinasının içine konmuş tostun sadece düğmesine basabilmek için zaman yaratmaya çalışma, kaybolan cep telefonum, kaybolan telefonumu bulabilmek için kullanacağım kaybolan ev telefonu, hızla ilerleyen dakikalar, ne gıcık bişidir ki, ne zaman acelen olsa koştura koştura geçen, ne zaman geçsin bitsin artık dediğinde ohhh şuraya da yayılalım şööle bi güzel diyen zaman...çıkıp asansöre biner binmez hatırlananlar, geri çıksam mı çıkmasam mı ikilemleri...sonra erenin palas pandıras okula girişi.. sonra buraya geliş..ikimiz de bir yerlerdeyiz şimdi...niye böyle ki? kim koydu kuralları, düzeni belirleyen kim? niye 45 saat çalışılıyor? mesela ilk iş kanununu çıkaran yapamazmıydı bunu 30 saat, zormuydu yani?

eğitim için 7 çok geç dediler, düştük yola, ee biz hep 7 den sonra eğitilenler değilmiyiz, aslında öğretileniz, eğitimimiz başlamamışmıydı evde, ee ben 30 saat çalışsaydım veremezmiydim kendi eğitimimi kendi yavruma? aaaa şekerim o zaman başka şimdi başka, şimdi çok ciddi rekabet var, ne rekabeti??kim bunlar, bizim canlarımız değil mi? at mı bunlar, hipodromdamıyız?
ama iyi okul kazanmalı, marka eğitim almalı, ne için? benim gibi sabahın köründen akşamın bi saatlerine kadar bir ofisde tıkılmak için.... işletme okumalı, mühendis olmalı, doktor olmalı, mba yapmalı... para burada... para ne için lazım büyük şehirlerin karnını doyurmak için... sanki küçücük bir yerde yaşansa bu kadar paraya ihtiyaç mı var? ama oralarda da sanat yok efendim, faaliyet yok, etkinlik yok... sanki burada var da ne oluyor, hepsine gidebileceğimizi bilmenin verdiği, bazen çok özellerini yakalayıp gidebilmenin rahatlığı yanında, bolca da kaçırılanların üzüntüsü...

bu işde bir gariplik yok mu? kandırılıyor olabilirmiyiz acaba?

belki de şimdi okuyup, dinleyip, görüp de inanamadığım radikal gidiş kararları böyle alınıyor.. bu bir süreç, olgunlaşıyor bizimki de sanki... hayat bu kadar kompleks olmamalı diye içinden geçirdiğin anların frekansı arttıkça, yeni planlar yaparken buluyorsun kendini...
sonra üstüne bir parça toprak atıyorsun bu fikirlerin, uyusunlar biraz daha diye, ve dönüyorsun şimdi elinde olan dünyana...

Cumartesi, Ocak 05, 2008

sonunda geldi...



sonunda... sonunda geldi...dün sabah ofisimin penceresine yapışıp kaldım, manzarayı seyrederken kahve içtim, fotoğrafını çektim.. nar çiçeği çayı içtim, fotoğrafını çektim...
hayatı yavaşlattım, keyfini çıkardım bu görüntünün.. ruhumu da beyaz bir örtü kapladı....temizlendi içim sanki...şükrettim allaha bu manzaradan keyif alma şansı verdiği için bana..
öğleden sonra da madodan sıcacık salepler geldi, insan kaynakları sürprizi, hep beraber karın ilk yağışını kutladık mis gibi tarçın serpilmiş sıcacık saleplerimizle..