Pazartesi, Nisan 30, 2007

Kalbim oradaydı!

korktum, sonra da utandım.. hem de çok... iki üç gün öncesinden kıvranmaya başladım, gtmeyi çok istedim, ama burası istanbul'du, ya provokatif bişeyler olursaydı, daha çocuğum çok küçüktü, ama tam da onun için gitmem gerekmiyormuydu, gitmem ve laik,demokratik,bağımsız Türkiye için, çocuklarımın geleceği için medeni tepkimi göstermem gerekmiyormuydu? işte bunun kıvranmalarıydı yaşadıklarım.. en son Koray da gidemeyiz biz, ama kalbimiz onlarla,önemli olan da bu değil mi?diyince kaldık işte.. ama işte dün öğleden sonra görüntüleri tvden izlemeye başlar başlamaz da ağlamaya başladım, hem gurur, hem orada olamadığım için kıskançlık, burukluk, hem yüreğime serpilen umut tohumlarının damlalarıydı bunlar... boşuna korkmuştuk, ama 33 yaşında ilk kez bu kadar büyük bir sivil toplum hareketi gören biri olarak ben, bu yaşadığımız acemiliği de tecrübesizliğimize verdim sonunda.. yıllarca hiçbir şeye ses etmediğimiz için eleştirilen koyun halk olarak tanımlana tanımlana galiba biraz koyun moduna girmiştim, silkindim, söz bir dahakine ben de varım... kalbim sizinle...Atatürk'ün izinde..

Çarşamba, Nisan 25, 2007

kurtarılan hayatlar ve mutlu yüzler






karamürselden bir dağı aşıp, dağın öbür tarafındaki iznik gölüne ulaşmakdı amacımız.. yol rüya gibiydi.. manzara müthişti.. bahar fışkırmıştı toprakdan ve tabi kaplumbağalar da.. yolda 2 kez yola çıkmış , hızla(!) karşıya geçmeye çalışan kaplumbağalar için durakladık.. onları karşıya geçirdik, sevdik ve vedalaştık.. iznik gölüne geldiğimizde ise doğayla barışık bir gün geçirmenin bütün keyfi yüzümüzdeydi..

Karamürsel

3 günlük tatil için 15 gün öncesinden netleşmiş amasra planımız arkadaşlarımızdan birinin son dakika hastalığı nedeniyle iptal oldu.. ne yapmalı, ne etmeli derken körfezi hiç gezmediğimizi farkettik, karamürseli, iznik gölünü görmediğimizi konuşup, düştük yola.. bayağıdır resimlerine bakıp iç geçirdiğim bir adresdi ilk durağımız..
başdeğirmende kahvaltı için sabah erkenden yola çıktık, karamürselde tepelerin arasında , yemyeşil ormanın içinde bir vadinin ortasında bir tesis burası.. 1 aya kadar havuzu da açılıyor, evler çok cici döşenmiş, en kısa zamanda bir haftasonunu geçirmeliyiz burada, kahvaltı boyunca sohbet konumuz burada geçireceğimiz haftasonumuzdu...tatilde tatil planları yaparak yola devam ettik..

Pazar, Nisan 15, 2007

Nihat Gökyiğit'e teşekkür..




cuma akşamı uyumak için gözlerini kapatıp, masal yerine cumartesi neler yapacağımızı dinlemek isteyen oğlum maalesef gece yarısı kulak ağrısı ile uyandı.. yine o bilindik gecelerdendi, her annenin yaşadığı, elinden gelse hemen sağlam kulağını vereceği, sağlığını vereceği, onu yeniden mışıl mışıl uyurken görmeyi isteyip çırpındığı gecelerdendi.. neyseki sabah hemen doktorda soluğumuzu aldık ve ilaçlarımızı kullanmaya başladık, şimdi iyiyiz..
pazar günü kendimizi Nezahat Gökyiğit parkına attık ve İstanbul'un ana arterlerinin tam da göbeğinde bir savaşçı park olan,inadına yeşil bu yerde, güneşlendik, yürüyüş yaptık, kendime üç de fotoğraf çektim.. günlüğüme koymak için.. ne zaman aşırı tempodan ve hızlı hareket etmekten, durup bir düşünmeye , ohh demeye ihtiyacım olursa bu banka oturacağım, 2-3 dakika hiçbirşey yapmadan ruhumu oraya taşıyacağım...
ne zaman önümde çok zor ve sıkıntılı bir yol olursa, bu yola bakacağım.. dümdüz, engebesiz, etrafı çiçeklerle donatılmış bir yol olduğunu hayal edeceğim... ve bir de oğluma bakacağım, gülen yüzüne..pırıl pırıl...

Çarşamba, Nisan 11, 2007

DOLAPDERE BIG GANG

Cumartesi gecesi Beyoğlu'nda gezindik durduk, yemek molasını Rio Bravo'da verdik, Rafael'in müthiş performansı eşliğinde, caddeye sıfır bir masada , önümüzden akıp giden Beyoğlu'nu seyrettik keyifle... hayat sanki daha hızlı akıyor orada.. yanlız gezenler,aşık gezenler, büyük gruplar,paskalya töreni için gelmiş, kiliseden yeni çıkmış turistler, gençler, biraz geçkinler, hepsi aynı yolun üzerinde bir o tarafa bir bu tarafa.... Beyoğlu'na her gittiğimizde kitapçıları, cd cileri dolaşmaya bayılıyoruz ve yine süper bir seçimle çıktık mekandan.. Dolapdere Big gang... Sting, deep purple, madonna, michael jackson'ın bilinen şarkılarını darbuka daha doğrusu dolapdere sounduyla birleştirmişler.. 48 saatten beri sürekli dinliyorum, arabada sonuna kadar açıp dinliyorum, eve çıkarken yanımda götürüp evde dinliyorum, uzun zamandan beri bir albüm beni böyle heyecanlandırmamıştı... çok başarılı bence, çok keyifli... 14 Nisan'da Ataşehir Chicago Bulls'dalarmış... Kaçırmamalıyım, canlı dinlemeliyim onları...

Cuma, Nisan 06, 2007

oyum Cem Uzan'a..:)


otuz yaşında bir sabah kalktım ve hormonlarım bana hemen koklamak, sevmek, emzirmek, sarılmak için bir canlıya ihtiyacım olduğunu ve biseyler yapmam gerektigini emretti..:) hemen harekete geçtim(k).. hamileliğim başladığında ve ilk sıkıntılı günler geldiğinde aklımdan hemen geçen şey, insanoğlunun hamileliğinin çok uzun sürdüğüydü.. keşke 3 ay olsaydı.. offfff bu 9 ay geçermiydi böyle? herşey yolunda giderken bile boşuna denmemişti "Allah kurtarsın" diye, hele bir de yolları engebeli bir hamilelikse uzuyor da uzuyordu insanın gözünde.. böyle düşündükçe daha da zorlandım, zorlandıkça daha da uzadı günler.. derken bu hamilelik gidemedi, olmadı, ellerimiz boş kaldı, 20.haftadaydık.. sonra bir deneme daha... yine zor yollar, sıkıntılı bir hamilelik, yine 9 ayın nasıl geçeceğine inanamadığım saatler, ama bu sefer bebeğim inatçı, ben ondan inatçı, buluşmalıyız, koklaşmalıyız.. o bana , ben ona hasretim, zaman geçti geçti ve oğlum Eren geldi... şimdi bazen acaba mı?bir kardeş mi?belki, neden olmasın?keşkelerin arasında bunu görünce karar verdim, benim oyum kesin Cem Uzan'a arka kadaşlar..:))

Pazartesi, Nisan 02, 2007

sonra Kerpe..



bu kadar uğraşmamıza rağmen canım ülkemin hala birçok yeri o kadar güzel ki.. Ağvadan sonra 50km. daha karadeniz sahilinde yol alınca Kerpe'ye ulaştık; buraları Karadenizin Bodrum'u diye anılırmış meğer.. hakikaten de çok güzel bir koy, metrelerce derinleşmeyen berrak bir deniz, yozlaşmamış mimari yapı... yine sakin tabi heryer, havalar ısınıp herkes kendini atmamış buralara, boğmamışız koyu ve kendimizi.. azıcık insanız bu şirin kasabada... restaurantlarda 3-5 masadan biriyiz, yine kıymetliyiz yani.. İstanbul'un sorunu bu işte, bizi hiçleştiriyor, koca kumsalda bir kum tanesi olup çıkıyoruz, boğuluyoruz bazen, nefes alamıyoruz.. ama nasılsa koşa koşa da geri dönüyoruz ona, bu ne çelişkili bir ilişki, İstanbul insana kendisini mazoşist hissettiriyor işte böyle...

onla da olmuyor, onsuz da...

Ailece ondan iki günlüğüne ayrılmak iyi geldi, Kefkende halk pazarında yaptığımız alışverişi de arabamıza doldurup evimizin yolunu tuttuk keyifle... darısı yenilerinin başına..

önce Ağva..



bir kısacık tatil bu kadar da iyi gelmez ki... ağvanın dingin yeşilçayı, ağvaya gelinceye kadar sadece bizim yolculuk yaptığımız şile-ağva sahil yolu.. kendi halinde köyler, sakin dingin insanlar, evler, ağaçlar, hayvanlar...yeşilçay üzerinde Gizlibahçede yaptığımız köy kahvaltısı, mangalda kızaran ekmekler, çıtırdayan soba, miskin bir kedi, gamsız bir köpek... insansızlık, daha bir kıymetli hissetmek kendini, bu mevsimde ağva çok daha güzelmiş meğer...