Cumartesi, Mayıs 30, 2009

ara..

gün geçtikçe tempom daha da hızlanıyor... sanki yürüme bandında ısınma turlarını da geçtim, bant hızlandı koşar adımlarla gidiyorum...
öyle bir ruh hali..
blog sahibi olmayı önemsiyorum, sorumluluk duygusu bende hemen her konuda ağır bastığından 2-3 gün yazamasam sanki birşeyleri eksik yapmanın sıkıntısını hissediyorum için için...
ama bir yandan da bakıyorum, yazacak onca şey kafamda birikmişken, hiçbirini yazamamışım...
bazen zaman bulamamışım, bazen de kafam o kadar dağınıkken geçmişim ki başına günlüğümün derinlemesine olmayan, basit yazılar yazabilmişim ancak...
bir de otosansürler var hep.. öyle yazmıyım yanlış anlaşılır, böyle yazmıyım canları çeker, ondan bahsetmiyim nazar değer..:P...
ee bu duygudan da hoşlanmıyorum...
demem o ki, daha bol zamanların geldiği, daha cesur, daha içerikli yazılar yazabilecek kadar dingin olduğum günler gelinceye kadar bu bloga ara veriyim diyorum..
ilk kez böyle bir karar aldım, bilmem ki, belki hemen geri dönerim..bağımlısı olunuyormuydu bloga post koymanın...:)

Cuma, Mayıs 29, 2009

bu arada 5-6 haziranda kadıköy özgürlük parkında minifest var.. detaylar burada...

Perşembe, Mayıs 28, 2009


süt kuzumun yıl sonu gösterisi var bu cumartesi... anaokulundan mezun olacak, kep giyecek.. şaka gibi.. ne zaman doğdu, ne zaman 6 yaşına geldi.. gerçekden hiç ama hiç anlamadım..
onunlayken zaman ne hızlı geçiyor, anlaşılır gibi diil...
daha geçen sene "ben daha bebekim de mi anne ?" diyen kuzum 1 sene sonra arkadaşlarının yanında onu mıncıklamam için beni uyarıyor..:)

hiç ummadığım zamanlarda, onu ilgilendirmediğini sandığım konularda bayağı da sağlam fikirleri olduğunu duyuyorum.. daha bu akşam sürekli kullandığımız ataşehir belediyesine ait bir kortu bir anda paralı korta çevirmişler, parasını verdik girdik... biz hazırlanırken "kurallar her an değişir mi anne? buraya dün nasıl girdiysek bugün de öyle girmeliydik bence.. "dedi çıktı.. tam da benim de kullanacağım kelimelerle... içim bir tuhaf oldu, benden bir parça benimkilere benzeyen fikirlerle karşımda dikiliyordu...




geçen hafta birlikte fabrikadaydık, 19 mayıs ertesini de tatil yapmışlardı... o gün de aynı şeyleri hissettim.. her ne işi olursa olsun işini hakkıyla yapacak bir çocuk olacak benim yavrum...bütün gün o kadar güzel çalıştı, o kadar güzel ilişki kurdu ki çalışanlarla hayran kaldım.. onların çay saatinde birlikte çaya çıktılar..elleri simsiyah oldu vidaları dizmekten... bir ekibe dahil olmakdan çok keyif aldı..


hatta günün sonunda sohbet ederken odamda en çok hangi işden hoşlandığını sordum, bant sonu kontrollerden bahsetti, oradan çok hoşlandığını, o ablanın işini çok güzel yaptığını söyledi ve bana adını sordu.. hatırlamadığımı söyledim, kimden bahsettiğini çıkaramamıştım, yanyana 4 bant vardı orada "olur mu anne, sen nasıl müdürsün , hepsinin adını bilmelisin" dedi bana... inanamadım bu hassasiyetine... çok kalabalığız annecim, ismini çıkaramayabilirim dedim..cevap aynen şu.."bizim okulumuz da çok kalabalık, ama bizim müdürümüz hem hepimizin adını, hem de sizin adınızı biliyor anne... sen de bilebilirsin...!!....."


IQ sünün ne olduğuyla hiç ilgilenmiyorum, ama benim çocuğumun EQ sünün onu ömür boyu rahat ettireceğini rahatlıkla görebiliyorum...


hayatının ilk mezuniyetini yaşayacak oğlum... oyun çocukluğu çağından yavaş yavaş çıkıyor.. eli gerçekden kalem tutma yaşına geliyor.... her ne kadar mezuniyet bu yaş için biraz komik de kaçsa, 3 yaşından bugüne kadar harcadığı dünyayı tanıma çabası ve başarısı benim gözümde onu takdirname belgeli bir mezun yaptı bile...


kuzum benim...yolun açık olsun.. hep mutlu ol...

Salı, Mayıs 26, 2009

bu hafta eğitimdeyiz... bütün mühendisler, gelişen üretim yönetim ve verimlilik sistemler konusunda upgrade ediliyoruz.:)
kalabalık olunca eğitimi fabikaya istedik, bir yandan da işlerimizi takip edebilelim diye...
sonuç, 5e kadar eğitimdeyiz, geç saatlere kadar da biriken işleri yapıyoruz.. evde bebe , karnı aç koca kaldı ortada..:) şaka tabi.. yardımcı bayan akşam yemeğini yapınca ereni de alıp gidiyor evine, ben de eve dönerken uğrayıp alıyorum..
neyse, asıl anlatacağım başkaydı..
bugün bir ara eğitimde sıkılmaya başlayınca bizler, eğitmen hemen bir film oynatmaya başladı..
saatlerce teorisi ve matematik formülleri ile uğraştığımız montaj hatları konusunda birden charlie chaplinin fabrika işcisi olduğu komik film karşımıza çıkınca baya gevşedik..



"modern zamanlar" filmin ismi..sessiz sinemaya veda ettiği film..1930lu yıllarda kapitalizmin giderek gelişmesiyle birlikte tek tipleşme ve makineleşmeye vurgu yapmış bu filmde...
daha uzun bir gösterimini bulamadım nette.. devamını seyredebilseydiniz, verimlilik adına bir otomatik yemek yeme makinası demosu yapılıyor charlie chaplinin üzerinde .. gülmekden kırılırsınız..:)

Pazartesi, Mayıs 25, 2009

kedi fobisi

geçenlerde birlikte tatile çıktığımız arkadaşımın ileri düzeyde kedi korkusu var... ben önceleri bunu çok önemsemiyordum, biraz şımarıkca geliyordu hatta.... türkiye gibi kedi cenneti bir ülkede kedi fobisi olması da ne demekti... mümkün değildi kedilerden korkarak yaşamak...

ama birlikte geçirdiğimiz süre arttıkça bu korkunun bayağı da sahici olduğunu anladım...


kedi olan hiçbir mekana giremedik, kedi vardır diye birçok yerde iç mekanlarda oturduk.. zorunlu kalıp dışarıda oturmamız gerekirse arkadaşımın eşi teyakkuzda bekledi, 50metreden daha fazla yaklaşan kedi olduğunda eşini hemen uyardı ki bunu yapmayıp kedi yaklaşır ve farketmezlerse tepkisi çok şiddetli oluyormuş.....

Onunlayken şunu farkettim, heryerde ama heryerde kedi var.. burada yoktur dediğim heryerden bir kedi çıktı, algıda seçicilik herhalde..zira ben saatlerce bir bahçede, cafede otursam da bir tane bile kedi dikkatimi çekmez...yani çok şirin ve küçük, sevimli olanları dışında..:)

O kadar zor bir durum ki kedi korkusu olanlar için...

Başlangıç noktasını çok merak ettim...

Tam yetişme çağlarında 6 katlı bir apartmanın en üst katında oturuyorlarmış, 1. katta ise 50-60tane kediye bakan yaşlıca bir teyze..

Asansör de yokmuş..

Merdivenlerden ne zaman yukarı çıksalar, lamba otomatı söner, onlar otomatı açmaya kalmadan pırıl pırıl parlayan bir , hatta bazen 2, 3 çift kedi gözüyle karşılaşırlarmış..

her seferinde kızkardeşiyle arkadaşım bağırır, kediler de bir o kadar miyavlarmış...

bizim gibi 4 kız onlar da..

en büyük olgunlaştığı için, en küçük ortalarda daha olmadığından yırtmış,

ama 2 ortancanın tam büyüme çağında hergün tekrarlanan bu sahne sonunda kedi fobisini doğurmuş..

şimdi ikisi de evli, barklı, çocuk sahibi anneler..

çocuklarına hayvan sevgisi aşılamaya çalışıyorlar, ama kendileri bucak bucak kedilerden kaçıyorlar..








not: fotoğraf googledan alındı.

Perşembe, Mayıs 21, 2009

Cumalıkızık

sokaklarından her daim aşağıya doğru akan suyu,
korumaya çalıştıkları osmanlı evleri,
dünyanın en dar sokağı diye bilinen cin aralığı,
gözlemesi,
sabah kahvaltısı,
el yapımı reçelleri, tarhanaları,
kınalı kar dizisi,
uçsuz bucaksız yeşilliği ile
Cumalıkızık...









































Değirmendere

ufacık bir kaçamak...
ne iyi geldi...
bir bilseniz..




















Çarşamba, Mayıs 13, 2009

what goes around.. comes around...

kelimelerin bittiği yer.. kampanyanın yaratıcı ekibi için tıklayınız..
















aaaa... kesinlikle doğru...


içiniz bayıldı di mi hemen.... ah ah! hepimiz böyleyiz... sıkıntıya gelemiyoruz..
alın o zaman size biraz çerez.. :)
X ve O larla dolu bir kağıt önünüzde, ve sadece onlardan birşeyler yaratmanız gerekiyor.. ne hoş bir faaliyet değil mi?
yaratıcılığı test etmek için bence de çok uygun bir yöntem..
devamı şurada.. süper...:)

Pazartesi, Mayıs 11, 2009

sinirlerim bozuk.. şimdi yazdıklarımı şöyle bir okuyunca bayağı da belli oluyor sanırım psikolojik durumum..:)
arka arkaya gelen haberler gerçekden sinirlerimi laçka etti... bence miletce aslında tedavi altına alınmalıyız.. çok sinir bozucu şeyler oluyor etrafımızda...
nereye dokunsan dökülüyor derler ya.. dökülüyoruz..
ya da ben öyleyim ya, herkesi de öyle sanıyorum.. ya da olmalı diye düşünüyorum...
ama dışarı çıkınca herkes bir normal geliyor gözüme.. bir kanıksamış.. bir bana bişey olmaz havası..
tabi iç dünyasını bilmek zor insanların..
anlamıyorum...

Pazar, Mayıs 10, 2009

bir de 2 günlük annelerin "cennet bizim ayağımızın altındaymış yahu" triplerine de hastayım....

annelik keşke bir doğurmak olsaydı, valla işimiz kolaydı... kendimi de bizzat içine katarak söylüyorum... daha gerçek annelikle karşılaştık mı bilmiyorum ben...neydi en ciddi sorunumuz..

kızınca arkadaşlarına vuruyor, dağınık, yemek yemiyor... eeee... bunlar mı vıdı vıdılarımız...

bunları idare edebildik diye, biraz uykusuz biraz gezmesiz kalabildik diye süper ödünler vermiş, saçımızı süpürge etmiş annelermiyiz biz... (ibeking sen bizden daha kıdemli anne oldun artık, gerçek bir sorunla baş ediyorsun ve bunu çok iyi yapıyorsun)

yapmayın allah aşkına...

daha yolun çoook başındayız.. kaçımız gerçek sorunlar birgün karşımıza çıktığında yine koşa koşa annelerimizin arkasına saklanmayacağız, ya da ayılıp bayılmadan kolları sıvayıp altetmeye çalışacağız...

annelik çoook uzun bir yol...gerçek annelik bizim yaşadığımızdan çok daha büyük özveriler istiyor...

iyi günde, elde avuçda çokken, yarıyarıya seninle paylaşan bir eşle idare ederken hayatı annelik de kolay, hayat da...

umarım karşımıza bu kadar zorlu yollar hiçbir zaman çıkmaz..

ama çıkarsa da umarım ben de bu kadın kadar güçlü olabilirim,

benim için gerçek anne, benim annem.. ben daha anneciğim..

gerçek annelerinizin anneler gününü kutluyorum buradan..

annecikler...size ve bana da bol şans, bol kudret , kuvvet diliyorum..


anneler günü, babalar günü, sevgililer günü vs. beni biraz geriyor.. benim annem babam hayatta.. ... ama ya olmayanlar... ya aniden kaybedenler...
dünyada ne kadar çok insanın annesi, babası artık onlarla birlikte değil.... adıyla sanıyla böyle günler kayıpları hatırlatıp, yaraların üzerine tuz basıyor gibi geliyor bana...
ne kadar çok insan belki doğru kişiyi bulmadığına inanmadığı için anne olmuyor, olamıyor..
ya da doğru kişiyi buluyor, ama doğa onun anne olmasına izin vermiyor...
belki senden benden milyon kat daha iyi anne olabilecekler.. ama olamıyorlar işte...
ya da nice anneler var ki biricik çocuklarını askerde, hastalıkda, kazada vs. kaybediyor.. elleri bomboş kalıyor...
şimdi bu anneler gününü metazori kutlarken bir şekilde, bir yandan da utanıyorum aslında.. ben bu gün olmasa da öpebilirim annemi, verebilirim çiçeğimi... oğlum bugün mü beni çok sevdiğini söylemeli, kendi elleriyle resim yapıp,katlayıp, avuç içine saklayıp bana hediye etmeli...
bugün anne babasını kaybetmiş mardinli çocuklardan, 24 yaşında büyümüşde bir mardin köyünde 2 yıldır imamlık yapan körpe gencin annesinden, bir tankın içinde yok olmuş 10 asker annesinden, başı kesilenin, trafikde bir anda yok edilenin annesinden,bostancıda eline bomba verilmiş babanın yavrularından, utanıyorum..
"baaaakk benim annem var!" diyen arsız, sümüklü bir kız çocuğu gibi hissediyorum kendimi...
sessiz sedasız bitsin gitsin bu gün artık...

Cuma, Mayıs 08, 2009

Berlinden gelen kart...


bir kart aldım dün akşam... Berlin'den geliyordu... canım arkadaşım Zuzu göndermişti kartı... kendisi Amsterdamda yaşıyor ama tatil için geçenlerde Berlin'e gitmişti. Giderken yolda konuşmuştuk, kapatınca atlayıp gidesim gelmişti... birlikte çok güzel 4-5 gün geçirmiştik zuzu,nazlı ve ben... fuar zamanıydı.... gündüz deli gibi çalışıyorduk, akşam oldu mu kendimizi Berlin sokaklarına atıyorduk.. Berlinin simgesi olan ayılar heryerdeydi.. hemen hepsine sarılıp poz vermiştik..:)
her akşam başka bir dünya mutfağını deniyorduk.. gece yarısı da ana cadde üzerinden yürüye yürüye otelimize..;))) gidiyorduk...
ne zaman taksiye atlasak, zuzu "türkmüsünüz" diye soruyordu.. en son bir alman tersleyince aklı başına geldi..:)nedense taksicilerin hepsi türk diye kalmış aklında, bir de hani türklüğü çok önemseyip vatandaş bulma meraklısı biri olsa anlayacağım. .. bir amsterdamlı ile evli şimdi, arkadaşlarının çoğu başka uyruktan.. neydi onda taksicilerin uyruğunu merak etmedeki etmen, hala anlamadık..:))))
bir de nazlının bi cafeyle ilgili bir yorumu var ki, şimdi okuyunca kızacak bize ama vallahi de billahi de zuzu hatırlattı bana, kartın arkasında madde madde sıralıydı..:)))))
keşke ve umarım bir kez daha biryerlerde sadece bizbize yeniden buluşabiliriz.... eşler ve çocuklar olmadan...
ve zuzucum, kart almak ne kadar güzel birşey biliyormusun.. kartların beni hep çok sevindiriyor arkadaşım...
öpüyorum seni yanaklarından....

trenle Eskişehir...

23nisanın hemen arkasından trenle eskişehire gittik..

baharda istanbul eskişehir arası tren yolculuğunu muhakkak bir kere yapın, bileciğe kadar o kadar güzel manzaralar içinde yolculuk yapıyorsunuz ki, yeşilin bu kadar tonu, yeni açan çiçekler, tomurcuklar, yanıbaşınızda akan sakarya nehri ile ruhunuz adeta meditasyon yapıyor..

ve iste erenin de medatasyon anı..:)


yolculuk boyunca dönüp dolaşıp okuduğumuz dergisi..oynadığımız kartları, finger board u vs..

ve iste doğup büyüdüğüm , 25 yılımı geçirdiğim sehrimden güzel bazı kareler...

porsuk...

sabah erken saatlerde..


biricik anneannemizle sehir turu...

sehrin her tarafına onlarcası konmuş heykellerden sadece bir tanesi..

porsuğun üzerinde tekne turu da yapabiliyorsunuz...
şaka gibi.. bundan 10 yıl önce söylense gülüp geçeceğim herşey, şimdi eskişehirde var, demek isteyince olabiliyormuş...
bravo Yılmaz Büyükerşen hocama..
biz kendi adımıza çok şanslı olduğumuzu düşünüyoruz hep.. İstanbul'u çok seviyoruz, oradan başka biryerde artık yaşayabileceğimize inanmıyoruz hiç... ama istanbul bazen hırçınlaşır, kapris yapar.. işte o zaman anne evi, baba ocağına koşuyoruz, eskişehire... ve onun da hergeçen gün güzelleşmesine çok ama çok seviniyoruz... belki birkaç yıl sonra orada da şirin bir ev yapmayı düşünüyoruz kendimize... annelerimizin babalarımızın bize daha çok ihtiyaç duyduğu anlarda yanlarında olurken , kendi evimizde koymak için kafamızı yastığa...

23 nisan..

erenin ilk kez pamuk helvayla tanıştığı an... yememiş hiç.. demek denk gelmedik.. önce anlamadı ne yemesi gerektiğini, ama sonra konuya bayağı hakim oldu..:) hava buz gibiydi... ama Emre Altuğ bütün çocukları, gençleri zıplata, oynata ısındırdı.. çok sıcak bir çocukmuş gerçekden... biz de bir ara kaptırdık kendimizi..:)

en zor durumda olan babalardı... :)gençler zıpladıkca, babalarının sırtında konseri izleyebilen zıpırların sesi yükseliyordu.. "zıpla baba!!zıpla..."



bana hemen gitar alın anne, gitar çalmak istiyorum, konser vermek istiyorum derken eren, babasının bizi yakaladığı an..:)
hatıralara geçmiş güzel bir 23 nisandı... çocuklar hep gülsün, dünyadaki tüm çocuklar...







Perşembe, Mayıs 07, 2009

son günler

buralardayım... bu aralar fırsat buldukça okuyorum.. yazmaya vakit ayırınca okuma geride kalıyor... bu da kimseye konuşma fırsatı vermeden sürekli konuşmaya benziyor... ee ikisini de yapsana diyebilirsiniz, onun için de emekli olmayı bekliyorum..:))

baharla beraber sokaklara attık kendimizi... eskiden yürümeyi çok severdik, hala da çok seviyoruz ama erenle yürüyüş yapmak imkansız, evde bir yatılı bakıcı olayımız da olmadığı için birlikte uzun yürüyüş keyfini çok süremiyoruz, ama onun yerini süper bir aktivite aldı son yıllarda.. tenis... geçen sene de eren yanımızdayken ders almıştık bir tenis hocasından... koşullarımızı zorlamamız hocanın da çok hoşuna gitmişti... eren de hiç sorun çıkarmamıştı.. bir köşede ona aldığımız raket ve toplarla oynamıştı.. ama bu sene daha da süper.. çünkü o kadar para verip gönderdiğimiz okulda süper top toplama öğrenmiş..;) bir de topladığı topları tam eline gelecek şekilde atmasını süper biliyor... paşalar gibi saatlerce tenis oynuyoruz.. eren de hiç gocunmadan top topluyor, havlu getiriyor, bir de düdük verdik eline hakem sensin diye, böbürlene böbürlene orta çizgide bekliyor..:)

şu son 1 ayımın ana konularından biri de yine okul seçimiydi... büyük bir kaza atlattık biliyorsunuz bu sene.. onun bende yan etkisi daha yakın bir okul isteği oldu...bazı şeyler nasip, kısmet , çok iyi biliyorum.. ama eve yakın okumanın getirdiği birçok avantajı erene yaşatmayı daha çok tercih ettim bir şekilde...

bir de çoook büyük bir kampus, beni biraz tedirgin etti nedense.. hani bazen kendimizi çocukluğumuzdaki gibi koltuk yastıklarından yaptığımız minicik odaların içinde daha güvende hissederiz ya, öyle bir küçüklük istedi gönlüm bu kazadan sonra... daha küçük bir okul, daha az insan, daha çabuk ulaşılabilirlik... tabi almanca eğitim veren bir okul olması da üstüne kaymak oldu... burayı seçtik... küçük bir okul, herşeyi var, ama herşeyi minimal..... 8. sınıfdan sonrası yok.. eve 2 km. uzaklıkda... gösteriş yok, gösteriş meraklısı veli de olmasın istiyorum.. yavanlık olmasın, herşey daha sade olsun,ama içerik yoğun olsun, eğitim gibi eğitim olsun istiyorum.. referanslarım da bunu doğruluyor şimdilik.....

bir de büyük kampuslerde mahalleden arkadaşlarınla aynı okulda, aynı sınıfda olman çok zorlaşıyor.. herbiri bir eskişehir kadar olan ilçelerden gelen öğrenciler bir araya geldiğinde ortalama bir üniversite sınıfı yaratılmış oluyor.... ama çocuklar üniversite öğrencisi değil ki, kalkıp gitsin bir otobüsle arkadaşıyla buluşmaya..:) mahalle okullarında çember biraz daha daralıyor, aynı mahallede, aynı sitede, aynı apartmanda oturma ihtimalin bile artıyor...

deminden beri saydıklarıma bakıyorum da ben habire kendi ilkokul yıllarımı sayıklıyorum, devlet okulu düzeni, disiplini, ilişkileri, eve yakınlığı vs.... ve galiba şimdi aynı düzeni oğluma da kurmaya çalışıyorum, artısı özel okul hizmeti ve dil oluyor bu durumda...

hadi hayırlısı diyelim...